:: Çizgi Roman Okurları Platformu ::

http://groups.yahoo.com/group/croplatform/

Archive for 23 Oca 2007

Ömer Faruk Kalaycı

Posted by croplatform Ocak 23, 2007

                                                           Ömer Faruk Kalaycı

 

                                          Bir çizgi roman okuru olmanın dayanılmaz ağırlığı…. 

 

 

Ümit – Ve bir çizgi roman okuruyla birlikteyiz. Sizi tanıyalım biraz.

 

Ömer – Adım Ömer Faruk Kalaycı.

 

Ümit – …!

 

Ömer – …

 

Ümit – …!?

 

Ömer – …

 

Ümit – Bu çok kısa oldu gibi. O ismi, göbek adı ve soyadı az biraz açsak, mümkün mü?

 

Ömer – Olur tabii. 20 kasım 1970’te İskenderun’da öğretmen bir baba ve ev kadını bir anneden doğan ilk çocuğum. Zor şartlar altında yaşamamıza rağmen, benden sadece    bir buçuk yıl sonra doğan bir kız kardeşim ve zaman zaman aramızda “kaza” diye   takıldığımız 1981 doğumlu bir erkek kardeşim var.

 

Ümit – Şirin, çok şirin….

 

Ömer – Henüz bebek iken yakalandığım bronşit illeti, 1976 senesinde İlkokula başladığımda oldukça zor

anlar yaşatmıştır bana. Oldukça ufak yapıymışım o zamanlar. Kırılgan,  zayıf, hastalıklı.Birinci  sınıfı tamamladığım sıralarda artan öksürük nöbetlerim  yüzünden hemen her gece babamın bisikletinde oturup, yakınlardaki bir eczaneye  ciğerlerim neredeyse ellerimde gittiğimi hatırlarım halen. Eczacı amcanın iğnelerini de, sızısı ve o meşum eczane kokusu eşliğinde halen hissederim. İkinci sınıfa başlamam gerektiğinde babam ve annem beni Şanlıurfa’ya babaannemin yanına  göndermişler. Havasının daha kuru olması sebebi ile sağlığıma daha iyi geleceğini  ummuşlar. Öyle de oldu. Daha iyi geçen bir senenin ardından yeniden İskenderun’a  döndüm ve üçüncü sınıf ile dördüncü sınıfı orada okudum. Kız kardeşimin elinden tutar sallana sallana giderdim okuluma. Keyifliydi okumak.

 

Ümit – Okumak dediniz de, çizgi roman okumuşluğunuz var değil mi? Hani ana konumuz o da… onun için soruyorum. Yok hastalıktan devam edeceksek ben şey beklemeye  başladım, biraz radyasyon, kaza, öksürük gücü elde edişiniz, süper öksürükmen  oluşunuz…!

 

ÖmerAncak, çizgi romanlara olan düşkünlüğüm

 

Ümit – Tamam, çok da iğneli vurgu yapmayalım bazı sözlere, çizgi romana giriş yapıyorsunuz anladım…

 

Ömer – … Ancak, çizgi romanlara olan düşkünlüğüm ve sürekli hayal kurup, kendimi o  zamanların en meşhur dizisi, en azından benim gözümde, Uzay Yolu’nun bir     kahramanı olarak görmek daha eğlenceli idi. Yine de fena bir öğrenci sayılmazdım. Okumayı söktükten hemen sonra babamın elime tutuşturduğu Jules Verne’nin “Arz’ın Merkezine Seyahat” ile “Ay’a Yolculuk” kitapları, hayatım boyunca yakamı  bırakmayacak bir bilim-kurgu hastalığı ve hayalperestlik bulaştırmıştı bana. 

Derslerden ziyade o diyarlarda gezmeyi tercih ediyordum. Ben uzay boşluklarında  gezinirken babam bize daha rahat bir hayat sağlamak amacıyla Ankara’da bin bir  tehlike altında Gazi Üniversitesi’nde Almanca okumaya çalışıyordu. Amaç  Almanya’ya gönderilmekte olan Türk öğretmenlerden birisi olabilmekti. Ardından ülkemin en sıkıntılı dönemlerinden biri geldi. 1980 darbesi.

 

 

Ümit – Hazır uzaydan arz’a inmişken diyorum, çizgi roman…

Ömer – Aylardan Eylül, darbeye iki hafta kala, babamın sınavda başarılı olması sayesinde        Almanya’ya uçuyorduk. Gökyüzünde süzülmek, uzayın hemen bir basamak altında   olmak, tüm ülkelere, toprağa, sınırların görünmediği her şeyin tek bir vücut, tek bir  parça olduğu narin Dünya’ya yukardan bakmak, kökten değiştirdi beni.

 

Ümit – Havadayız yine… Hoş tabii…

 

Ömer – Sonrasında Almanya’da ilk şokum. Kimse beni anlamıyordu, ben de kimseyi. Uzaylı   gibiydim, insanlara benzeyen açık tenli, sarı saçlı varlıklar arasında. Korkunç bir   özlem, müthiş bir yalnızlık duygusu esir aldı beni. Bu hissi yıllar boyu, Almanya’da  kaldığım ve okula devam ettiğim altı yıl boyunca sökemedim gırtlağımdan. Hep bir   yumru, hep bir sıkıştırma. Sadece kardeşimin doğumundan hemen sonra, onu eve       getirdiklerinde boğazımdaki baskının biraz azalması vardı elimde. Kendimden bir    parça daha vardı artık. Yıllar hızlanmaya, içimdeki coşku, eşsiz gücünü ve kükremesini yavaşça yitirmeye başlamıştı. Yalnızlık, hayalperestlik, vatan hasreti ki,  çekmeyen bilmez ve saf bir bilinçsizlik pençesinde, babamın eve dönüyoruz dediği    güne geldim. Buruk bir heyecan, anıların yeniden canlanması ve acaba bıraktığım gibi mi merakının yanında, tam olarak kendini verememenin endişesi ile ülkeme döndüm.

 

Ümit – Çizgi roman değişmişti tabii o yıllarda. Son parlak dönemlerini yaşıyordu ülkemizde.     Öyle bıraktığınız gibi değildi pek…

 

Ömer – ….!!!!!!!!!!!!!!!!!

 

Ümit – Sohbeti çizgi romana çevirmeye çalışıyorum da, o yani…

 

Ömer – Lise’ye oldukça hızlı bir giriş ve heyecan dolu bir başlangıç yapmama rağmen kısa  zamanda köreldim. Sanki hiç ayrılmamışım gibi, biraz vurdumduymaz, biraz saf, biraz  tembel birisine dönüştüm. Bunun altında Almanya’da aldığım eğitimin beni lisedeki     arkadaşlardan daha ilerilere taşımış olduğu gerçeğinin yattığını, maalesef ancak yıllar sonra algılayabilecektim. Umarsız geçirdiğim lise yıllarımdan sıkı dostluklar ve   kendimce benzersiz deneyimlerle ayrıldığım ve ÖSS-ÖYS-Tercih üçgenine, bir nevi        Bermuda üçgeni işte düştüğüm yıl çuvalladım doğal olarak. Ne sınav biliyordum, ne de sınavın hayatım üzerindeki tahakkümünü. Boşa gidilip gelinilen bir sınavın     ardından kıvılcım halinde bazı şeyleri eksik biliyor, hatta bilmiyor olmanın verdiği        şaşkın bir aydınlanma süreci geldi. Hem dershane günlerim hem de bir sonraki sene     girmeyi başardığım O.D.T.Ü. fen Edebiyat fak. Kimya Bölümünde de devam eterken alevlendi.

Okumaya olan tutkum, aşka, aşkım da şevke ve şevkim de tutkuya  dönüşüyordu. Özellikle çok büyük bir şans olarak nitelendirdiğim üniversite  yurdundaki oda arkadaşlarım, ki daha sonra ev arkadaşım oldular, sayesinde farkında olmadığım yeni ufuklar açıldı önümde. Önceki merak alanlarımdan bir tek bilim-kurgu ve çizgi romanlar kalmıştı. 1989 yılında, yeni bilimler, yeni bilgiler ışığında, eşi benzeri kesinlikle olmayan Ankara günlerim başlamıştı. İnişli çıkışlı, güzeli ve kötüsüyle fırtınalı geçen yılların ardından alevlenen aydınlanma mutlak bir ateşe dönüştü ve dinmek bilmedi. Ne bulursam öğrenmeye, anlamaya, algılamaya çalışıyor, ne okursam, ne bilirsem kendimi geliştirmeye kurban ediyordum. Bir zamanlar amatörce kurduğum düşleri daha da amatör olarak kaleme almaya başlamış, beynimi amansız bir şekilde kasıp kavuran ardı arkası kesilmez fikirler ve hayaller kasırgasına meydan okuyordum. Tıpkı hayallerim gibi kendime yazılan mektuplar gibiydi tüm   çalışmalarım. Hem kara kalem eskizlerim, hem şiirlerim, hem de kısalı uzunlu   öykülerim.

 

Ümit – Ve… Çizgi roman…

 

Ömer – Ve…

 

Ümit – Veee…

 

Ömer – Ve bir gün geldi gün görmemiş eserlerim gibi, apaçık, savunmasız bir şekilde mezun     oldum. Üniversitenin son gününde, ilk günden çok ötelerde, iki dalda uzmanlaşmış bir kimyager olarak hayat denilen bir türlü alışamadığım ve anlayamadığım keşmekeşin  içine dalıyordum. Kısa bir bocalamanın ardından hayattan bir nebze daha uzakta  kalabilmek için askere gitmeye karar verdim ve ilk fırsatta kendimi yeşiller giymiş  olarak vatanımın güzide illerinden Bursa’nın Gemlik ilçesinde buldum. Kısa dönem erbaş olarak başladığım acemiliğimin kısacık süresinin ardından, yine Bursa’nın Işıklar Askeri Lisesi’nde Destek Kıta Karargah yazıcısı olarak paşalar gibi askerlik yaptım ve doğum günümde teskeremi aldım.

 

Ümit – Silahla tanıştık, kesin Punisher falan okumuşuzdur değil mi?

 

Ömer – Artık hayattan kaçış yoktu.

 

Ümit – Bir gün parkta gezerken, mafya falan… Başınıza mı geldi yani?

 

Ömer – Artık hayattan kaçış yoktu. Devler kenti, mega kasaba, kıtalar bağı, kuytularında         karabasanların, ışığında muhteşemliklerin barındığı İstanbul’da ihracat üzerine bir  tekstil firmasında iş başı yaptım. Yepyeni bir deneyim, yepyeni bir hayat. Hayatın  içerisinde sayısız farklı hayat yaşamış bir bilge gibiydim. Bağımsız hayatların tam yaşanmamış izleri vardı ruhumda. Her bir düzen ve yaşam değişimde bir şeyleri kaybediyor gibi hissettiğimden, yıllar öncesinden kalan yalnızlık ve yitiklik duygusunun anısıyla günüme sıkı sıkıya sarılıyor, tüm yaşamlarımda yanımdan ayrılmayan kitaplarım ve çizgi romanlarımdan güç, kuvvet buluyordum.

 

Ümit – Çizgi roman dediniz işittim. Vallahi de duydum.

 

Ömer – Üniversitemin tozlu yollarında tanışıp senelerce arkadaşlık ettiğim eşimle işte bu           zamanlarda, bu devler şehrinde hafiften boğulmaya başlarken, yine bir huzur arayışı içerisinde evlendim.

 

Memleketimin en ünlü illerinden, destanlar diyarı, asırların şahidi, efsaneler şehri Çanakkale’ye yerleştim. Bir süre alışma, algılama, uyum sağlama çabalarından sonra alışkanlıktan olsa gerek yine dış ticaret üzerine bir şirkette çalışmaya başladım. Düzenli bir hayatım vardı. Her ne kadar yorucu idiyse de zevkli             ve eğlenceli idi. En büyük hüsranım, şehrimde sahaf bulamamak ve kitaplar ile çizgi  romanları takip edememek olmuştu.

 

Ümit – Nasıl yani? Çizgi romandan konuşamadık daha ama çizgi roman okumaktan uzak kaldığınız bir noktaya ulaştık.

 

Ömer – Valla artık yoktu ve kısa vadede bulunmayacaktı da. Tüm hayatım boyunca hep yanı başımda bulduğum destekten yoksun hissettim kendimi. Ve yıllar öncesinin soğuk, acımasız, amansız yalnızlığı bir öfke gibi çöktü üzerime. Uzun, çok uzun süren bir iç çekiş gibi direndim, direniyorum.

 

Ümit – Çanakkale’de çizgi roman yok. Demek ki neymiş dağıtımı eleştiriyor sevgili çr okuru Ömer Faruk Kalaycı, öyle değil mi?

 

Ömer – Hayatın cilveleri çoktur derler. Doğrudur. İstanbul maceramın anıları, özellikle orada    kalan dostlar ve destekler ile hayallerim bir süreliğine yeniden Şehr-i Hayal’i  zorlamama vesile oldu kısa süre önce. Ancak, hayat bu, kendi başına buyruktur. Olmadı. Hayat, kendi bildiğini okur.

 

Ümit – Bir de sizin ne okuduğunuzu öğrenseydik az….

 

Ömer – Şu an halen Çanakkale efsanelerinin gölgeliğinde, yine kısır döngülerin kucağında, hızla yol alan yaşamın kıyısından uzaklardaki ak kıyılara bakıyorum. O kıyılar ve  üzerinde yükselen mistik mavi dağların ötesinde neler olduğunu merak edip, hayaller aleminden eski dostlarla buluşuyorum. Martıların anlatacak çok şeyleri var. Ne yazık ki ben kadim lisanı unutmuş, hafızasını yitirmiş bir gezgin misali gibiyim.

 

Ümit – Kadim dil, ortak dil… Valla ortak konu çizgi roman konuşmadık gibi geldi bana… Yoksa konuştuk da ben mi anlamadım. Çok bozulmuş diliniz… sanırım… gibi…

 

Ömer – Fırsat buldukça okumaya, hayal etmeye, elimden geldiğince bir şeyleri üretmeye veya dilimize çevirmeye devam ediyorum. Bu garip hayatın yanında promosyon verilen kutuyu açıp da şaşa kaldığım günden bir arpa boyu ötede değilim kısacası. Nerden  bilirdim kutunun alt tarafında Made by Pandora yazdığını. Dikkat etmeyi bile    yaşlanınca öğrendim.

 

 

Ömer Faruk Kalaycı’yı, bir çizgi roman okurunu tanıdık. Fırsat buldukça çizgi roman okuyan, hayattan kopmamak için çizgi roman dalına tutunan bir okur profili çizdi bize. Çok çr okuyan da, az okuyan da eminim bu röportajda kendilerinden parçalar bulmuşlardır. Çizgi roman hakkında doğrudan konuşmak yerine dolaylı olarak söz eden bu röportaj için Ömer Faruk Kalaycı’ya teşekkür ediyorum.

 

 

Ümit Kireççi

 

Posted in ÇR Okurlar - Emek Verenler | Leave a Comment »