:: Çizgi Roman Okurları Platformu ::

http://groups.yahoo.com/group/croplatform/

Aytül Akal’la çizgi roman sohbeti

Posted by croplatform Şubat 23, 2007

 Aytül Akal, bugün çocuklar tarafından çok sevilen bir yazar. Anneler ve babalar onun öykülerini çocuklarına okutmayı o kadar seviyorlar ki her yeni kitabını merakla ve sabırsızlıkla bekliyorlar. Peki nedir onu ÇROP sayfamıza taşıyan? Hemen söyleyeyim, onu sayfamıza taşıyan bir zamanlar bir çok çizgi roman okurunun merakla beklediği bir çok çizgi romanın çevirmeni oluşudur. Dahası sadece iyi İngilizce bildiği için değil aynı zamanda Türkçe bildiği için de çeviri yapmış olması onu çizgi roman dilimizi geliştirmesi bakımından değerli kılıyor. Tabii sevgili ablası çevirmen Betül Ulukut’u ve değerli çevirilerinin okurlarla buluşmasında köprü vazifesini görmesi de onu sayfamızda ağırlamaktan ayrıca onur duymamıza neden oluyor.

 Oğlunu, ablasını, ablasının eşini, kendisini tanımaktan son derece mutlu olduğumu, kendisiyle görüşmekten ve her tür yazışmaktan keyif aldığımı da eklemek istiyorum bu arada.

 İnternet üzerinden yapılan röportaj için, kendisinin gençlere örnek teşkil edecek yaşam hikayesini işitebildiğimiz için, koşuşturmalar arasında bize zaman ayırdığı için, eğlenceli bir söyleşi metnine onay verdiği için sayın Aytül Akal’a ÇROP adına teşekkürü borç biliyorum. 

Yazar, çevirmen Aytül Akal

 Ü – Merhaba Aytül hanım, sizi biraz tanıyalım dilerseniz.

 

A – Kaç dilek hakkım var?

  

Ü – Pardon…!

  

A – Tamam affettim, bir daha yapmayın…

  

Ü – Hı…!!!!????!!!!!!!!………………

  

A – Böyle sessiz oturmayalım, ben kendimi tanıtayım önce. Ben, Aytül Akal… Çocuk kitapları yazarıyım. www.aytulakal.com adresine girenler, özgeçmişime ait aklıma gelenleri sıraladığım bilgilere ulaşabilirler.

  

Ü – Belki sormam uygun kaçmayacak ama, hani okuyucular çizgi romanla olan ilişkinizi tam anlasınlar diye soruyorum: Yaşınız kaç?

  

A – Yaşım mı?  Bu iş biraz çapraşık.  Matematiğim zayıf, yaş, havuz ve hız problemlerini çözemiyorum.  Ne zamandan beri mi?  Eh, yarım asırlık dilimi yiyip bitirdikten sonra tabii J Sonuçta özgeçmişler yalan söylemiyor ama… L  Sayfama girip bakanlar, doğum tarihimle bulunduğumuz yılı birbirinden çıkararaaaaak, yaşıma ulaşabilir J

  

Ü – Peki sayın Aytül Akal, yazar, çevirmen, yayınevi sahibi Aytül Akal nasıl bugünkü Aytül Akal oldu? Anladığım kadarıyla; daha internet sayfanıza girerek havuz hesabı yapamadım ama, yarım asrı devirmişiz. Çocuk, genç Aytül Akal kimdi?

  

A – Aslında yarım asrı devirince; yaşımı hatırlattınız ne hoş oldu, bazı ayrıntıları unutuyor insan, ben yine de hatırlamaya çalışayım.

 

Ü – Keh, keh, keh…

  

A – Ne o, gevrek gevrek mi güldünüz yoksa bana mı öyle geldi?

  

Ü – Biz eskiden simide gevrek derdik, acıktınız mı?

  

A – Hı….!!!!???!!!!

  

Ü – Ya, nasıl oluyormuş?

  

A – Neyse, uzatmayalım, 1971’de  İzmir Amerikan Koleji’ni bitirdiğimde, gelecekle ilgili aklımda iki hedef vardı:

  

1.     Evlenmek (iki yıllık nişanlıydım…)

 2.     Yazmak 

Sophie’nin seçimini önüme sürseler, bu iki hedeften “yazmayı” seçerdim… Zaten zaman içinde de, bu seçim kendiliğinden gelişip gerçekleşti. J

  

1971 yazında İzmir’den İstanbul’a taşınıp evlendim ve hemen iş aramaya çıktım.  İlk hedefim, Hayat Yayınlarının bir yayını olan “Resimli Roman” idi.  Neden mi?

  

Ü – Soru sormak benim işim ama… Neden Resimli Roman?

  

A – Neden olacak. Lise hayatım boyunca, yaşamla ilgili hayatı kolaylaştırıcı “pratik bilgiler” toplamıştım.  Kimini kapı kapı dolaşıp, ev hanımlarının ev işleriyle ilgili kendi buluşlarını not ederek toplamış, kimini yabancı kaynaklardan çevirip kültürümüze ve alışkanlıklarımıza uyarlamıştım.  Bu pratik bilgileri, Resimli Roman dergisinin orta sayfasında “tefrika” halinde yayımlamayı düşünüyordum.   Daha doğrusu, yazılarımı oraya layık görmüştüm, yakışırdı… Eh, ne de olsa yaş 19… Her yere yakışır da yakıştırır da… J

  

Ü – Kimlerle görüştünüz orada?

  

A – Resimli Roman’ın yazı işleri müdürü Oğuz Özdeş idi.  Eşimin uzak bir tanıdığı olan Nur İçözü, aynı yayın organında, Doğan Kardeş’te çalışıyordu.  Ondan rica ettim.  Oğuz Özdeş’ten bir randevu aldı benim için.

  

Ne yazık ki, bu randevu bir türlü gerçekleşemedi.  Bana verilen randevu saatinden çok önce ulaşmıştım oraya elbette, ama çok uzun süre beklediğim halde, Oğuz Özdeş gelmedi.  Dediler ki, yemeğe çıkmıştır, çok geç gelebilir… Hele iki kadeh atmışsa, işe gelmeyi bile unutabilir… Baktım ki iş yokuşa gidiyor, ha gayret  kalan son cesaret kırıntılarımı toplayıp, kendimi Hayat Mecmuasının kapısından içeriye attım ve Çetin Emeç’in karşısına dikilip, yazı yazmak istediğimi söyledim. 

  

Ü – Kime niyet kime kısmet demişler. Sizinki de biraz öyle olmuş gibi.

  

A – Valla, tırnaklarımı yiyerek, saç tellerimi kopararak Resimli Roman yazı işleri müdürünü beklediğim o gün orada karşı kapıda hangi dergi çıksa karşıma, kendimi oraya atacaktım, başka çarem yoktu.  Rastlantıyla bu dergi, Hayat Mecmuası oldu.  Orada başladım çalışmaya… Bu başlangıç da ayrı bir öyküdür ama çizgi romanın çizgisinden ayrılmamak için yan öykülere by-pas yapıyorum J

  

Ü – Bugün yayın evi ortağı-sahibi olan kişi olarak ve genç okuyuculara biraz daha yol göstermesi bakımından, o yılları yine de az ayrıntılıya bilir misiniz?

  

A – Çalışmak zorundaydım. Çok çalışmak…  Her önüme gelen işi kabul ediyordum.  Eşyalarımızı borçla almıştık.  Senetler ödenecek, kira, elektrik, su…  Çoğu akşam çay, peynir ekmek ile geçiriyorduk yemek saatlerini.  Zaten yemek pişirmeyi henüz bilmediğim gibi, pişirecek doğru dürüst tenceremiz de yoktu.  Tek tencere, büyük halanın getirdiği en küçük boy tencereydi.  Durmadan patates haşlayıp duruyordum…

  

Ü – Peki çizgi roman çevirmenliğine ne zaman başladınız?

  

A – O sıralardaydı…  Üç gün bir iş yerinde İngilizce yazışmalar yapıyor, iki gün Hayat Mecmuasında “Aklınızda Bulunsun” başlıklı köşeyi hazırlıyor, haftada iki gün de öğle yemek saatlerinde başka bir iş yerine gidip  İngilizce mektuplarını yazıyordum (elbette yemek yiyemeyince, öğle yemeği harçlığımı da arttırmış oluyordum!).  Dördüncü iş çıktı karşıma: Tay Yayınlarından Ay hanım aradı…  “Ay” hecesi her zaman uğurlu gelmiştir yaşamımda.  Ay hanım bana çeviri yapıp yapamayacağımı sordu.  İşte o anda… Önce Kızıl Maskeler, sonra Mandrakeler yığıldı önüme…

 

 

 

 

  

 

Ü – Peki bu çizgi roman çevirmenliği hayatınızda nasıl yer aldı?

  

A – Kızılmaskeleri, Mandrakeleri okurken de, çevirirken de büyük zevk alıyordum, bu en önemlisi. Ancak henüz elektrikli daktilo bile yoktu ortalarda. Evde dededen kalma, biraz hızlı yazsam tuşlarının hemen birbirine kilitlendiği eski bir daktilom vardı.  Üstelik klavyesi, iş yerinde kullandığımdan farklıydı.  Çevirileri onda yapıyordum.  Eşim uyumak istediği ve daktilonun gürültüsünden yakınıp durduğu için, daktilonun altına birkaç kat battaniye koyup yazıyordum.  Yine de tıkırdıyordu daktilo. “Yeter, yat artık!” seslenmeleri kesilmiyordu.  Neler denedim bilseniz…  Daktiloyu tuvalete taşıyıp, orada yazmayı bile…

  

Ü – Bu çeviriler ne kadar sürdü?

  

A – Yıllarca çevirdim Kızıl Maske’yi, Mandrake’yi Şimdi tam hatırlayamıyorum ama galiba sayfa başı ücret alırdım.  Çeviri yaptığım sayfalar sayılır ve bana bir para ödenirdi. Daha sonra, ablamın mali sıkıntıları olduğunda, ona hissettirmeden katkı verebilmek için (taksit taksit) çevirileri ona devrettim. Benim nasılsa başka işlerim de vardı ve yeni ek işler de her zaman bulabilirdim.

  

Ü- Bu çizgi romanla ilk tanışmanız mıydı peki?

 

 

A – Ah ah ah… Kısa kesmeye çalışıyorum üstelik, blog’u bu röportajla kaplayacak değilim…  Ama anılar nasıl da akıveriyor. 

  Çizgi romanlar benim çocukluk arkadaşımdı.  Bizim oralarda bir kitapçı vardı. Dükkanın bir köşesine yığdığı eski dergileri de satardı.  Çizgi romanları oradan bulurdum.  Harçlığım yetmediğinden, okuduklarımı satın almaz, kiralardım.  Okuyup geri götürürdüm.

 

Ü – Bu sizin oralar nereler tam olarak?

  

A – Ben İzmirliyim. Çocukluğum İzmir’de geçti.  Nato’nun varlığı, orda farklı kimi ayrıntılarda kendini belli ederdi. 

  

Ü – Çizgi romanın “üs”lü muazzam günleri. Üsler gitti çizgi romanlar göç etti adeta.

  

A – Uçtular daha çok.

  

Ü – Nasıl…!!!?

  

A – Superman, Superboy, Supergirl… Archies…  Charlie Brown. Mad… Adını şimdi hatırlayamadığım birkaç çizgi roman daha…   Natoda çalışan Amerikalıların çocuklarına sürekli gelen bu dergiler (belki de ülkelerine gidip gelirken yanlarında getiriyorlardı) okunduktan sonra çöpe atılırlardı.  Kimileri de bu dergileri çöpten toplar ve kitapçılara satardı.  Daha sonra Amerikalılar da öğrendiler işi ve çöpe atmak yerine, kilo ile dergileri kapıdan satmaya başladılar… J

 

 

 

Ben ne bulursam alırdım.  Ama işte, hepsinin adını hatırlayamıyorum.  Archies benim favorimdi.  Kötü kalpli Veronika ile adını unuttuğum iyi kalpli sarışın, Archie’nin arkadaşlığı için birbirleriyle yarışır dururlardı.  Superman’i de çok severdim.  Krypton gezegeni ve gazeteci Clark Kent… Kendimi Supergirl olarak görürdüm ama sonradan bir de baktım, Supergirl dergisi de çıkıvermiş, ama bana hiç benzemiyor J.

  

Dergileri kitapçıda üst üste istiflenmiş görünce, yüreğim çarpmaya başlardı. Aralarından seçmek için dergileri evirir çevirirdim.  Kimi zaman da, sayfaları kopuk çıkardı.  O yüzden sayfa sayfa kontrol ederdim almadan önce…

  

Offf, daha anlatacak çok şey var.  Nasıl olacak bu iş!  Durmak zorunda mıyım?

  

Ü – Tam tersine. Anlattıkça açılıyorsunuz. Keh, keh… İsterseniz biraz daha geriye gidelim hayatınızda.

  

A – Olur…

  

Ü – Nasıl yani?!!!

  

A – İstasyonun oralarda, uzak bir akrabamız otururdu.  Bayılırdık onlara gitmeye. Annem gidiyoruz deyince, sevinçten uçardım.  O ailenin çocukları, Teksas, Tommiks, Red Kit hayranıydılar.  Eh, onlara gidince, bize de bir şeyler düşerdi tabii.  Hemen bir kitap kapar, bir köşeye çekilip okurdum.  Ama hepsini okumaya zaman yetmezdi ki.  Gitme vakti gelince, yalvar yakar birkaç kitabı yanıma almaya razı ederdim arkadaşımı.  E tamam ama, annem babam görmeden nasıl götüreceğim?

  

Evet, inanmayabilirsiniz ama bizim evde çizgi roman okumam yasaktı.  Eve yalnızca “Resimli Roman” diye Hayat yayınlarının bir dergisi alınırdı.  Oradaki resimli romanları annem de takip ettiğinden…  Ama Teksas ve Tom Miks gibi “zararlı!” kitapları ancak ben kalkışırdım okumaya.

  

Alma iznini koparınca, hemen en kalın ciltlilerden seçerdim.  Sonra onları bel lastiğime sıkıştırır ve eve kadar kimseye belli etmeden götürür, hemen bir kitap arasına saklardım.

  

Neden yatak altına değil diye sorarsanız… Yatak altları, komedin çekmecesi, halı altı, şilte kenarı gibi yerler annem tarafından çoktan keşfedilmişti de ondan…

  

Okuduktan sonra aynı yöntemle geri götürürdüm.  Bel lastiğime sıkışmış olarak…

  

Şimdi düşünüyorum da…  Çocukluğumda çizgi roman okumak ne zahmetli işmiş… J Ben ise ne kadar inatçı…

  Ü – Aslında bugün de inatçı okurlarımız var. Hatta en az beş bin kadar. Belki bir o kadar da bilinmeyen ve dağınık okuyan. Son bir soru daha geliyor Aytül Hanım, Çizgi romandan beklentiniz nedir?

 

Çizgi romandan beklentimi nasılsa alırım!  Bu yüzden benim beklentim, çizgi romandan değil, okurundan ve okumayanından.

  

Çizgi roman okurları, bağırmalı, tepinmeli, isyan etmeli…

 

….ve suni teneffüs mü yaparlar, kalp masajı mi uygularlar,  çizgi romanı yeniden canlandırmalı. Çocukluğumda vardı, gençliğimde vardı. Sonrasında niye olmasın? 

  Çizgi roman okumayanından beklediğim ise, zararlıdır, gereksizdir tavırlarıyla, okumak isteyene de mani olmasınlar.  Kendileri okumazsa okumasın, onları kazanmak gibi bir misyonum yok. Ben onların hayat öğretmenleri değilim, mentor’ları hiç değilim. Kimilere teğet geçip gitsinler. Yaşamı hiç bilemesin, bu onların sorunu…

  Ümit Kireççi

2 Yanıt to “Aytül Akal’la çizgi roman sohbeti”

  1. Nur İçözü said

    Sevgili Ümit;

    Aytül’ün ropörtajı beni alıp yıllar ötesine taaa 36 yıl öncesine taşıdı.
    Aytül’le tanışmamız, Hayat Yayınlarına gelişi, rahmetli Oğuz Özdeş’ten, Çetin Emeç’ten onun için randevu almam , birlikte o yokuşu iniş çıkışlarımız.Kadıköy’e vapurla geçişlerimiz. Aytül’ün birbirinden güzel, çarpıcı fikirleri…Birbir geçti gözümün önünden. Ve ardından Betül’le tanışmamız. Sanırım o da bir ara bana da çizgi roman çevirmişti. O söyleşiyle bir kez daha anımsadım. Hele Tay yayınlarından AY BARKA ‘nın adını anması çok sevdiğim ve bu alanda gerçekten emeği geçen TAY YAYINLARI grubunu da bir kez daha anımsamama yol açtı. Çok nitelikli elemanlar vardı aralarında Mine Kırıkkanat bile o zamanlar Tay Yayınlarının kadrosundaydı. Kaligraf Ferdi bey tam bir Türkçe uzmanıydı. çok bilgiliydi, kültürlüydü. Önüne gelen tercümelerdeki en ufak bir dil ve bilgi yanlışına geçit vermezdi. Balonun kısıtlı alanına en iyisini- doğrusunu sığdırmaya çalışırdı. . .
    Bence AY BARKA ve SEZEN YALÇINER’e ulaşıp onlarla da söyleşiler yapmalısın. Çizgi roman yayıncılığına gerçekten nitelikli yapıtlar kazandıran bir yayıneviydi TAY YAYINLARI.
    Anmısar mısın bilmem Yine rahmetli Ali Recan’ın YÜZBAŞI VOLKAN’ı da ilk orada yayınlanmıştı. Şu anda adları iyi noktalara gelmiş pek çok karikatürcü-çizer arkadaş TAY’ın çizgi romanlarında kopistlik yapardı.
    Biliyorum sana bir ropörtaj borcum var. Öylesine yoğunum ki. ilk fırsatta bu borcumu yerine getirebileceğimi söylemekle yetiniyorum. Dernek işleri Mart sonuna kadar beni kıpırdatmaz halde.
    Söz. İlk fırsatta.

    Sevgiyle
    Nur İçözü

  2. Ayşe Çekiç Yamaç said

    Bayıldım bu söyleşiye! Aytül Akal’ın deneyimleriyse, yazmak, yaratmak ve yaşam arasında kurgulanmış öğretici bir film sanki.
    Teşekkürler. sevgiler.
    Ayşe Çekiç Yamaç

Yorum bırakın