:: Çizgi Roman Okurları Platformu ::

http://groups.yahoo.com/group/croplatform/

VESYEL ATAYMAN’LA ÇİZGİ ROMAN ÜZERİNE SÖYLEŞİ

Posted by croplatform Mart 31, 2007

Buradaki soruları aslında iç içe. Bu sorulara verilecek cevaplar, kime yönelik oldukları sorusuyla birlikte düşünüldüklerinde, farklı içerikte ve yoğunlukta olacaktır. Aldığım bilgiye göre, “genç” arkadaşlar söz konusu.

 “Elindeki Postmodern Kurtarıcılar” derlemesinden de hemen ilk bakışta görülebileceği gibi, sorunlar öyle fazla basitleştirilmeye pek elverişli değil.          Ben sırasız cevaplamaya çalışacağım. Bu da kendi içinde tek bir metin gibi görünebilir. Bir kere: Postmodern Kurtarıcılar,kapakta ve önsözde yazdığım gibi, bir Derleme; ağırlıklı olarak “sinema konusunda”  MATRİX’i ele alan bir çalışmanın ve başka popüler kültür (Almanca) metinlerin omurgası üzerinden gidiyor. Matrix, biraz felsefe kırıntısı üzerine kuruluymuş-gibi; görünürde filozofik. Temelinde son dönemlerin SİSTEM teorisi, GÖSTERGE/SEMİOTİK birikimleri harmanlanmış: Ne demek bu? Dünya ABD gibi, Avrupa refah toplumları gibi “güçlerin” oluşturduğu bir SİSTEM. (olarak anlaşılıyor) (kabaca) Ekonomik, siyasal, kültürel vb. ilişkileri içeren bir sistem… Önemli bir felsefi/pratik sorun koyuyor karşımıza: SİSTEMİN kapsadığı dünyada, alanda, ÖZNE artık işlevsiz. (bakınız, özne ilişkisine kitapta ayrılmış geniş felsefi bölüm/ Descartes/Kant/Blade Runner vb. yorumu) SİSTEMİN EFENDİLERİ BİLE BİR ANLAMDA DAHİL OLMAK ÜZERE, sistemin sadece ATÖRLERİ var artık. (Özne –aktör birbiri yerine geçmeyecek tanımlardır) Yönlendirilen, sömürülen, popüler kültürle, siyasetle bilinci köreltilen “insan” Artık özgür-özne-birey değil, “sistemin bir öğesi”. (Matrix-mantığında) Bu durumda, sistemin aklını, amacını, hedefini, kavrayamayacağı için, artık sistem dışı alternatif düşünce, kültür, siyaset de üretemiyor. Çünkü sistemin/imparatorluğun, akliliği, kendine referanslı sistemin; Matrix’te NEO, ve sisteme karşı direnen gemi personeli, “sistemin” içinde mi, dışında mı? Dışarısı gerçekliğin çölü.  Soru şu: Sistemin her şeyi, başkaldıranı/isyancısı/hatta isyancıları izleyenleri (BAY SMİTHLER) bile SİSTEMİN AKTÖRLERİ/ÖĞELERİ  iseler (ki öyle) KURTARICI OLMAK MÜMKÜN MÜ? Kısacası; Bu anlamda ben de “postmodern kurtarıcıları” uygun buldum.

Aslında kurtarıcı filan değiller, sistemin verdiği rolü (bilerek ya da b ilmeyerek) uygulayanlar. (Gördük ki, sistemi kuran (mimar) bile MATRiX’in içinde. (ABD?)

 

 Gerçeklik yanılsama gibi bir şey olmuş. Gerçeklik yansımanın yansıması gibi. (Baudrillard) Gerçeklik yerine katlanmış GÖSTERgELER var karşımızda. Böyle olunca da, KURTARICI KURTARICI DEĞİL.  Sistemin öğesi. “Uyan NEO”. Öyleyse postmodern “kurtarıcıda” postmodern, belli bir anlamda yöntemsel bir kavram, bir sınır işareti: ÖZNE olarak ortaya çıkan, gerçekliği böyle yeknesak, kudretli bir sistem olarak sunmayan filmlerin, çizgi romanların, popüler kültürün kurtarıcıları ile aradaki radikal (dilsel) fark bu, diye düşünüyorum. Onun için, çok sevdiğim bir popüler kültür örneği olan “SHANE” westernini vb. örnek verdim.

Popüler sinemanın kurtarıcı mitosu, idoller yaratıp duruyordu ve duruyor. Ama o, mitos kahramanı da olsa, bir ÖZNE. İdeolojinin, (mitosun) masalsı öznesi de olsa. Kısacası özne-aktör ayrımında ifade edilebilecek bir ayrım bu basitleştirirsek.Elbette, kurtarıcının içinde yer almadığı ilişkilerin (her zaman sistem olarak tanımlanması mümkün). Ama işte, MaTRİX bunu felsefeleştiriyor (sözde) ve göstergeleştirip ilkeleştiriyor.  Popüler kültürün kurtarıcıları ise, gerçekliğin dışarıdaki bir çöl olmadığını, tersine, ideolojikleştirilmiş kötülüklerin/aksaklıkların üzerine yürekli gidilince, gerçekliğe, doğruya ulaşılabileceğini söylemek istiyor. (benim yorumumda) 

ÇİZGİ ROMAN (COMİCS)

 

Sanırım bu açıklamadan sonra, zaten “çizgi roman” kahramanlarını NEO gibi, sistemin yarattığı öğe mi, yoksa, BATMAN gibi, parçasal kötülüklerin üzerine giden kurtarıcılar mı olarak anlayabileceğimizi tartışmak kolaylaşıyor. Tekrarlıyorum: Bu iki kurtarıcı kolaylıkla birbirine dönüşebilir algıda. Ama bu yöntemsel ayrımı yapmazsak, popüler kültürü tarihsel olarak da iyi çözemeyiz.

 (Bu anlamda “postmodern olmayan popüler sinema kurtarıcılarını bir yana bırakıp çizgiye geçebiliriz) ZEUS-KULTU (OLYMP TANRILARI YERYÜZÜNDE) Antik Yunan tanrıları, insanlar arasında, yarı tanrı yarı insan yaşıyorlardı sanki.Özellikle ZEUS kültü (inanç ve toplumsal ilişkiler sistemini) düzenlediğinde,“Olymp” kültü dediğimiz, tanrıların kaldıkları dağlar, tanrıları da bir tür irade ve uyarıcı olarak bu kültün içine aldı. Yunan tanrıları, Zeus kültünde kadere müdahale etmezler (bu onlardan beş yüz yıl öncesine gider); Yunan “Zeus kültünde” uyarı vardır, kehanet üzerinden akıl verme vardır! Modern popüler kültür sanayi ise, böyle bir Olymp dağı kutlu (dini?) üzerinden kahramanlar, simgeler, göstergeler üretip duruyor yaklaşık geçen yüzyılın ilk çeyreğinden biraz sonra başlayarak! Çizgi roman kahramanları, özellikle klasik biçimiyle, Kurtarıcı kültünün aramıza inmiş ÖZNELERİ. Göstergeler, semboller üzerinden rollerini tanımlamamıza yardımcı oluyorlar. (BATMAN) işaretinin kutsal-kült yanını düşünelim. Kiminin “kripton” gibi bir göstergesi var, kiminin yüzünden hiç çıkarmadığı bir (kızıl) maskesi.  

Aynen kült dünyasının tanrıları gibi, işaretlerle, sembollerle, ima-biçimleriyle, sadece kendileri olan birer yarı-tanrı yarı insan bunlar!

 

 Zeus kültünde, kahinler, tanrısal uyarıları yöneticilere aktarırlar.Çizgi roman kutlunda , kurtarıcılar dayanamayıp dağdan inmişlerdir, ama “tanrısal işaretlerini” beraberlerinde getirirler. ROL ve Görev paylaşımı başka türlü olamaz. (Mandrake gibi, DELPHİ tapınağından kaçmışı andıran büyücü-kahin tipini düşünün) Bu nedenle olsa gerek: Bu kurtarıcıların en dayanamadıkları şey, “ikizleridir” (doppelgeangerleri). Yani onların yerine bir süre geçen sahteleri. Tanrılar kendilerine eş koşulmasından hoşlanmazlar. Tanrısal göreve soyunmak için yeryüzüne indikleri için de, genellikle kadın ilişkisine girmeleri adeta yasaklanmıştır onlara o dağın tepesinde! Cinsellik, homoseksüellik imasını bile benimsetecek kadar dışa itilmiştir bu çizgi romanlarda. Soyutlaşma Bizler 60’larda, Pekosbill le başlayıp (çarşambaları zor çekerdik) yetmişlerde Kid Karsonları, Tom Miksleri, Teks ve Zagor’u, Çelikblek’leri vazgeçilmez tutku haline getirdiğimizde, bunların karşısındaki dünya, “gerçekliğin çölü” filan değildi.  Özellikle TEKS, somut ABD tarihi olaylarını, WASP (beyaz-protestan) perspektifinden kullansa bile, kendine özgü ADALET anlayışıyla, bir düzeni uyarıp duruyor gibiydi. Zaten dağdan inen tanrıların, EVRENSEL GEÇERLİ BİR ADALET, HAK, AHLAK anlayışları vardı. Tanrısal dağda edinmişlerdir bunları. Dolayısıyla da, çığrından çıkan, düzen ve insanlardır. (din anlayışında olduğu gibi)Kurtarıcılar, kult habercisi ya da simgesi olduğu için de, onların ilkeleri sorgulanamaz! Demek ki, ideoloji, mitos, çizgi romanın ayrılmaz temel dünyasını belirlese de, postmodern/sistemin öğesi olarak ortaya çıkan NEO’dan farklıdır bu dönemin kurtarıcıları. (benim burada belirlemeye çalıştığım ölçüler içinde)Geriç BATMAN’de ve SUPERMAN’de olduğu gibi, bu kahramanların dünyası yer yer bizzat simgeleşir; soyutlaşır. BATMAN dünyası, soyutlaşmış bir kötülüğün dünyasıdır. Ancak simge ad (Gotham) dolaylı çağrışımlarla, giyim, kuşam, yaşam alışkanlıklarıyla bizi dolaylı olarak o yılların Amerikasına götürür. Ben belli bir ayrıştırma çizgisi peşinde olduğum için, POSTMODERN KURTARICLAR derlememde, buralara girmedim, ama yeni haliyle çizgi roman (FİLM de desek mi?) ortamını alabildiğine soyutlaştırarak, aslında TANRILARI teknolojileştirerek, kendini iyice iptal etmeye doğru gidiyor. 

Örümcek adamın yeni dünyasında artık sadece biçim olarak kentler, arabalar vb. var. Ama mücadele tanrısallaştırılmış teknoloji ile psikolojik zaaflarını birbirine düğümlemiş MEPHİSTOPHELES” LERLE

 

(ŞEYTANLARA/YARDIMCILARIYLA, HATTA BİLİM İNSANLARIYLA) adeta bizi ilgilendirmeyen, kendi aralarındaki bir çekişmeyi,bin bir türlü tekrarlarla sunuyorlar. Bizi kapamıyor, soğuk ve uzak kalıyor çünkü bilim-kurgu yanı ağır basıyor. Teknoloji (özellikle enerji ilişkisindeki bilimsel büyük yanlışlar) onları bütün uzaklığın ötesinde “incredible”ın (inanılmazın) içine hapsediyor. Olymp dağından kovulmuş, anlamını kendi bildikleri, saçma bir teknoloji gösterisi yapıyorlar. İyi kötü bile değiller. Tarafları oluşturuyorlar o kadar. Androitler, yarı tekno-yarı organik insanlar, bir tür cehennemin kapısının aralanmış olduğu gibi izlenimi veriyorlar, artık onları görevlendirmiş bir olymp tanrısı yok arkalarında, ya da ZEUS-KULTU.  Biçime/estetiğe dair uçan kaçan düşünceler! Elbette yukarıdaki açıklamalar da sadece “kurtarıcı ve kurtarılacak olan” bağlamında yapıldı. Burada çizgi roman kültürüne genel bir giriş filan söz konusu değil. Ancak kitapta değinmeme zaten imkan olmayan bir biçim sorunu üzerinde düşünmeye değer. Gerçekte “sinema” çizginin yerine yeni teknolojik imkanlarla, yepyeni “çizme” imkanları getirileli beri, (bilgisayar animasyon/ üç-boyutlu animasyon katkılarından söz ediyorum) klasik çizgi film biraz köşeye sıkıştı. Bunun kağıt üzerindeki “comics”e ne etkisi olur bilmem.  Ancak on on beş yıldır, kimi arayışlar var. Örneğin, GRAPHİC NOVELS’DA olduğu gibi aynı kareyi: Eşzamanlı, ama farklı coğrafi alanlarda geçen olaylara, figürlere ayırmak gibi. Aynı kare içinde kesme çizgileriyle, (o olay anında) başka bir yerde olan biteni/kişiyi görebiliyoruz. Kimileyin üç ayrı “düzlem” bile bir kareye alınıyor. Bu, çizgi roman dilindeki arayışlara ve rekabet gücünü artırmaya bir örnek. Hatta okurca dikkat edilmezse, iç içe geçmiş “düzlemler” bir sayfaya dağılmış gibi bir algı da oluşabiliyor. (Resimler, sayfanın dışına taşıp, ortalığa saçılıyorlar sanki, sayfa iyice kayboluyor. ) Hatta, “anımsama”, “geleceğe yansıtma” anlamında, aynı kare içinde farklı zaman düzlemleri de bir araya getirilebiliyor. Artık hatırlanan şey, kahramanın kafası üzerindeki bulutumsu alan içinde çıkmıyor karşımıza. Çizginin bir başka cevabı; bütünle ilintili akla gelebilecek ve gelmeyecek binlerce ayrıntının “çizilmesi”. Okumak ve bakmak için, 5-6 saniye ayırdığınız bir “kare” içinde, yarım saate hepsini ancak görebileceğimiz kadar ayrıntı çiziliyor. Popüler kültür sanayinin “tüketim-Pazar” rekabetinden mi? Cevabını merak ediyorum. Ama sanatın “bir atma/azaltma” olduğu ilkesi burada işlemiyor. Picassonun ünlü  boğasını düşünelim. Önce ayrıntılı bir boğa çizelim, sonra çizgileri azalta azalta o “salt bağa” imgesini bir başına temsil edecek ana temel desene dönelim! Birkaç çizgi ve akıllardan silinmeyecek bir boğa figürü. Çizgi, bugün bu anlamda, hiç kullanılmayacak ve kullanılmayan binlerce ayrıntı üretmekle, “bakışımızı” bir an için doldursa da algımızı beslemiyor. John Berger mi demişti: Resim yansıtma değil, “temsildir” diye. Burada bir formül gizli: Tıpatıplık iddiası, çizgi romanda zaten paradoks bir ilişki bence: Kendisi doğaüstü/yarı kult-mitos ya da androit-bilim-kurgu  ürünü olan bir “figürü”, görünen gerçekliğin manzarası içine oturtmak. Biliyorum, estetiğin sorunlarına gidiyor ucu, ama, tartışma kapıları da böyle aralanabilir herhalde. (Bahadır Baruter) bu bağlamda, çizgi bombardımanı ve çizgi roman estetiği konusunda herhalde önemli şeyler söyleyebilecek biri diye düşünüyorum! (ben bu tarz çizgi ayrıntısında, gerçekliğe yönelik bir meydan okuma da bulabilirim: gerçekliği çizginin tahakkümüne boyun eğdirmek. Daha  çok çizenin, bireyin “subjektif” algısına indirgenmiş, atomlarına ayrıştırılmak istenilen bir “dış”. (Bu da bizi yeniden gerçekliğin temsili ve yansıtılması tartışmasına götürür. (Ne iyi olur!) Genelde, kült-mitos, özne çizgi romanı, gerçekliğin içinde mitik güçlerin yardımıyla yaşanacak bir alan açmaya çalışıp, kötülüğü geriletmeye çalışırlarken,Bu tür, gerçekliği çizgiye boyun eğdirip estetik bir özgürlük mü sağlıyor. Zaten tematik olarak, bu türün kişileri/figürleri de algının parçalayıcı etkisi altında, neseneleşiyor, çizgi kozmosunun bir paraçası olup eriyorlar (mı?) Kimlik soruları: 60 yaş civarındayım; iki kız iki oğlan, 4 çocuklu bir aile. Almanca/İngilizce üzerinden kültürü izleyebiliyorum. Elliden fazla çevirim, yüzlerce deneme/eleştiri yazım var. (Evrensel, Ev rensel kültür, eski sol dergiler, Sinema (Angelopulos, Kubrick, Lynch takıntılarım var). Popüler sinema hastasıyım . sinemanın sosyoloji yapmanın en etkili aracı olduğunu düşünüyorum. Filmler üzerinden giderek toplum tarihi yapabiliriz, anlamında) Aynı şeyi zaten kısmen ÇİZGİ FİLM ve roman üzerinden kitapta yapmaya çalıştım. Bordo-Siyah klasik yayınlarında 200’den fazla edebiyat çevirisine “önsöz yazdım” son 3 yıl içinde. Pornografik filmler tarihi”/Toplumsala “alttan” Bakmak adlı yeni bir derleme hazırladım.  Cumhuriyet kitapları arasında, 1995 yılından başlayarak çok satar olan “Dinozorların Sessiz Gecesini” (biraz değişik adla) önümüzdeki yıl çıkarmaya hazırlanıyoruz! 

  

Yorum bırakın