:: Çizgi Roman Okurları Platformu ::

http://groups.yahoo.com/group/croplatform/

Archive for the ‘ÇR Okurlar – Emek Verenler’ Category

Betül Ulukut – 12 sene Örümcek Adam Tercüme Etmek

Posted by croplatform Şubat 15, 2007

 

Birkaç bin okuyucu uzun yıllar Örümcek Adam’ı B yayınlarından zevkle ve merakla okudu. Bir çoğu kahraman Peter Parker’ı örnek alarak hayatına yön verdi. Her sayısı yurt dışında olduğu gibi ülkemizde de yalanıp yutularak okundu ve her sayısı sabırsızlıkla beklendi. Bir çok okuyucu Peter’ın sevgilisi ve sonradan eşi olan M. J.’e aşık oldu ve belki de onun gibi bir hatun aradı.  

Peki kim çevirdi Örümcek Adam’ı dilimize tam 12 sene boyunca? 

İşte o kişi, Betül Ulukut, aşağıda çizgi roman okurlarına çeviri yaptığı günleri, yaşadıklarını ve Örümcek Adam’a duyduğu hisleri internet üzerinden anlattı: 

Ü – Bugün sohbette konuğumuz çevirmen Betül Ulukut. Betül hanım, okuyucularımıza kendinizi tanıtır mısınız kısaca? 

B. U. – Ben İzmir Amerikan Kız Kolejini (şimdi Amerikan Lisesi diyorlar) bitirdikten sonra, hemen lisanımı kullanacağım bir işe başladım, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığında (Aliağa – İzmir).    Patronum bana Readers Digest’in ilavesi olan güzel bir derleme kitabi armağan etmişti. Ben boş zamanlarımda hobi olarak o kitaptaki belgesel kıvamındaki yazıları tercüme ederdim.

 

 

 

 

 

 

 

 

Ü – Çizgi roman çevirilerine geçmeden önce biraz daha kendinizden bahsetseniz. 

B. U. – Türkiye Petrollerinde çalışırken, Lise’den bir arkadaşımın önerisiyle Gazetecilik Yüksek Okuluna gitmeye başladık. 3 senelik Gazetecilik Yüksek Okulunu bitirdim. “Bir köpek bir adamı ısırırsa, bu bir haber değildir” ama “ Bir adam bir köpeği ısırırsa bu haberdir”i ilk orada öğrendim. Daha sonra Peter Parker’in (Örümcek Adam) part time gazetecilik hayatında bu özdeyişe tekrar rastladım. 

Ü – Hızla sohbeti çizgi romana getirdiniz. Tamam olur, engel olmayayım ben. 

B. U. – Evlenip İstanbul’a yerleştikten sonra da iş ararken yine İngilizcemi kullanabileceğim bir iş aramaya başladım. Bu arada kardeşim Aytül de yazarlık hayatındaki ince uzun yola çıkmıştı. Hayat Dergisi için, Doğan Kardeş için bazı makaleler tercüme ediyordu. Zaman zaman elinde fazla iş olunca da bana getiriyordu. 4-5 yıl Tay yayınları için Mandrake, Kızılmaske tercümesi yaptıktan sonra, işlerinin yoğunluğu nedeniyle çizgi roman tercüme işinin bir kısmını bana pas etti. Ve benim çizgi roman serüvenim başlamış oldu. 

              

 Ü – Sizin serüveniniz bizim serüvenimiz Betül hanım. Siz yazıları çevirdikçe bizler sayfaları çevirdik. Komik espriydi değil mi? Çok ciddi gidiyor biraz gevşeyelim dedim… Demesem mi acaba? 

B. U. – … 

Ü – ÇEVİRMENLİK! Konuyu toparlayayım cıvıtmadan… Çizgi roman çevrisi!!!… Herhangi bir metnin tercüme edilmesiyle çizgi roman tercümesi arasında ne gibi farklar var dersiniz? 

B. U. – İlk başlarda epey zorlandığımı söyleyebilirim. Çünkü yazılanları aynen tercüme etmek gibi bir kaygım vardı. Gerçi Mandrake çizgi romanlar içinde tercümesi en kolay olanıydı. Konuşmalar azdı. “Hey”, “Yoo!” ile sayfa bitiyordu.. Ama dediğim gibi, bire bir tercüme etmek çok zor, hatta imkansızdı. Sonra sonra aslında makbul olanın bire bir degil, kendi dilimize ve kültürümüze uygun şekilde tercüme etmek olduğunu öğrendim. Örneğin Amerikalılar sevgi ifadesi olarak “pumpkin” kelimesini kullanırlar. Yani “balkabağı”. Ama bunu aynen uygularsak “benim canım balkabağım” demek gerekir ki bu Türk halkı için hiçbir anlam ifade etmez. “Benim canım, balım veya canım şekerim” daha çok şey ifade eder. Ama ne yazık ki birçok kelime ve deyiş aynen tercüme edile edile, dilimize yerleşti. “Kendine iyi bak” – (take care) gibi. Halbuki Türk kültüründe böyle bir şey yok. Belki de “ Hoşça kal” demek daha doğru olur. Aslını düşünmek gerekirse aynı ifadeyi de içinde barındırıyor. Hoş kal, iyi kal…

 

 

 

Ben bir dönem de DVD ve VCD’ler için film tercümesi yaptım. 1980’li yıllarda. Hani şu TV’deki filmlerin yetmeyip te DVD veya VCD’lerin seyredildiği dönemlerde. Eşim Warner Bros’un Türkiye Temsilciliğinde Muhasebe Müdürlüğü yapıyordu. Benim tercüme yaptığımı duyunca bana da teklif yaptılar, part time olarak film tercümesi için. Ben de kabul ettim hemen. Sanıyorum 1987-1989 yılları arasında 2-2.5 sene falan Warner Bros’un filmlerini tercüme ettim. Yine getirmeler götürmeler eşime aitti. Yalnız bir kere film tercümesinin incelikleri hakkında ufak tefek bilgiler vermek üzere çağırdılar beni: işte tercümeyi mümkün olduğu kadar ağız hareketlerine uyduracaksın falan.  Eğer tercümesi söylenenden uzun sürüyorsa, olmuyordu. Senkronizasyon uymuyordu. Onun için en uygun cümleyi bulmak zorundaydınız.

Doğrusu çok keyifliydi. Herkesten önce filmi sen seyretmiş oluyordun. En keyifle yaptığım tercümelerden biri de “Risky Business” idi. Tabii Tom Cruise’nin payını da unutmamak gerek. Film tercüme ederken önce senaryoyu okuyordum. Kafama takılan yerleri not ediyordum: anlamsız bir söz, konuya uymamış gibi görünen bir cümle. Sonra filmi seyrediyordum. O zaman çoğu kez her şey yerli yerine oturuyordu. Tabi bazen konuşmalar anlaşılmıyordu. Ya dialekt nedeniyle, ya ağzında yuttuğu için falan. O zaman da senaryo metni imdada yetişiyordu.

 

 

Çizgi roman mı daha kolaydı, film mi dersek galiba çizgi roman diyeceğim. Çünkü çizgiler durağandı. İstediğin kadar uzun süre inceleyebilir, sözlük, ansiklopedi açabilirdin ama film öyle mi ? Geçip gidiyordu. Çok fazla duraklatmak ta pek sağlıklı olmuyordu. Ama filmlerin heyecanı da bir başka oluyordu. Tercümesi en kolay filmlerden biri de Mad Max II idi. Adamlar nerdeyse hiç konuşmuyorlardı. Nükleer facia sonrası dünyanın halini gösteren bir filmdi. İnşallah ismini yanlış hatırlamıyorumdur. Bir de İçimde Biri Var’ı hatırlıyorum. O da çok ilginç bir filmdi.

 

 

 

 

Ü – Günlük dili elbette amerikan çizgi romanı oldukça başarılı bir şekilde kullanmakta. Gerçi bizde de mizahi çizgi romanlar aynı başarıya ulaştılar. Dileriz yabancı dillere çevrilirler de bizim dilimiz onların dilini etkiler. Dedikten sonra merak ettim, çevirileriniz Mandrake’yle mi sınırlı kaldı acaba? 

B. U. – Mandrake’den sonra Superman’i tercume ettim bir kaç sene. Daha sonra da Örümcek Adam’a başladım ve tam 12 sene Örümcek adamın nerdeyse annesi oldum.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

12 sene, dile kolay… Yat kalk Örümcek Adam ve Peter Parker’ın sorunları. Doğal bir şey olsa gerek annelik duygusu. 

Ü – Aramızda kalsın ama benim de annem oldunuz desem yalan olmaz. 80’li yılların başından itibaren deliler gibi Örümcek adam okumuş biri olarak… Hatta eminim birileri olarak bir çok okuyucu benim gibi hissetmiştir. Peki anne… pardon, Betül Hanım, o günlere dönelim. Başka neler yaptınız. Herhalde sadece çizgi roman çevirmenliğinden kazanmadınız hayatınızı.  

B. U.  – Hatırlattığınız iyi oldu, ilk oğlum doğduktan sonra 4 yıl çalıştığım Yorkshire Chemicals Temsilcilik Firmasından ayrılmıştım. Evde yapabileceğim bir şeyler arıyordum. Aytül’ün arada sırada getirdiği, Doğan Kardeş için tercüme ettiğim, yeni keşif ve icatlarla ilgili, öğretici hikayelerle ilgili yazılar pek fazla vaktimi almıyordu. Ve bugünün ünlü masal yazarı Aytül Akal bana dedi ki (kendisi hatırlamıyor) : “Çocuk masalları konusunda büyük bir boşluk var. Masal yazsana”. O zamanlar kollu daktilolar var. Her daim masamın üzerinde duran. Hemen oturdum başına. “Bir varmış bir yokmuş diye başladım ve durdum. Gerisi gelmedi bir türlü. Öyle düşündüm böyle kurcaladım beynimin kıvrımlarını ama yok, hiç bir şey gelmedi aklıma. Anladım ki bu bana göre bir iş değil. Kim bilirdi ki, bir kaç yıl sonra, kendi oğlu dünyaya gelince, kitapçılardaki masal kitapları oğlunun hayal dünyasını tatmin etmeyecek ve Aytül önce oğlu sonra bütün çocuklar için kitap yazmaya başlayacak. 

Ü – Doğrusu Aytül Akal gibi bir yetenek ve enerjinin ablası olmak gurur verici olmalı. Kendisiyle tanışıyor olmak bile insana gurur verirken akrabası olmayı hayal bile edemiyorum. Kaldı ki enerjisiyle bir çok kişiyi harekete geçirebilen biri olarak Aytül hanımın sizi yönlendirmemiş olması zaten mümkün olmazdı kanımca. 

B. U.  – Aynen söylediğiniz gibidir Aytül haklısınız. 

Ü – Peki çevirmenliğe dönelim. Nasıl bir yol izliyordunuz çalışırken? Bir çok genç çizgi roman aşığı arkadaşımız bazı ayrıntıları merak edebilirler. Bize bir zamanların tekniği hakkında neler aktarmak istersiniz?   

B. U. – Ben ilk başlarda tercüme ederken önce müsvedde hazırlar, sonra onu temize çeker, ondan sonra da daktilo ederdim. Bir yanlışlık olduğunda, araya cümle sıkıştırmak gerektiğinde çok zorluk çekerdik. Onun için daktiloya çekmeden önce son halini hazır etmemiz gerekirdi. Sonraları, alıştıkça, doğrudan daktiloya yazmaya başladım. Ancak zor cümlelerde durup müsvedde hazırlar, sonra daktiloya çekerdim. Şimdilerde öyle mi ya… Araya kelime sok, paragraf sok, yazım denetimi yaptır… O zamanlar bir kelimenin doğru yazılışını bulmak için bazen dilbilgisi kitapları karıştırdığım bile olurdu. Öyle ya, bunu okuyan çocuklar yanlış öğrenmesin! 

Ü – Biziz, bizden bahsediyorsunuz, o zamanların çocukları. Hepimiz harika şeyler öğrendik çevirilerinizi okurken, yanlış şeyler değil emin olun.  

B. U. – Teşekkür ederim ama bazen öyle bir kelime, öyle bir cümle gelirdi ki önüme…ne sözlükler, ne dil bilenler içinden çıkmaya yetmezdi. Newyork’un zenci mahallelerinde konuşulan argo dili az çok çözmeye başlamıştım ama bazen içinden çıkamadığım yerler oluyordu. O zaman çizgiler, mimikler, karakterin iyi ya da kötü adam oluşu, amacı, daha önceki ve sonraki sözleri o balonu çözmeme yardımcı oluyordu. Yani bazen uyduruyordum açıkçası. 

Ü – O zamanki akılla çözememişiz tabii “uydurmaları” ama olsun, iyi uydurmuşsunuz, uymuş ki göze batmamış… 

B. U. – Bazen çok ağır küfürleri tırpanlardım, bunları çocuklar okuyacak, kötü sözler öğrenmesinler diye. Yani bir anne baba o kitabı eline aldığında, çocuğuna zararlı bir şey görmemeliydi. Yoktu da işin gerçeği. Yani “çizgi romanlar çocuklara kötü şeyler öğretir” savı yanlıştı aslında. 

Ü – İnanın biz çizgi roman okurları da aynı düşünceyi paylaşıyor ve anlatmaya çalışıyoruz ama çok da başarılı olduğumuz söylenemez. Halbuki okuyucular çok şey öğreniyor çizgi romandan. 

B. U. – Haklısınız, mesela ben Örümcek Adam’ı tercüme ederken çok şey öğrendim dersem yalan olmaz. Örümcek adam diğer karakterlerden çok daha farklıydı. Mandrake sadece sihirbazdı, Süpermen dünyayı kurtaran adam, Kızıl Maske ile çok az beraberliğim oldu herhalde onu pek hatırlamıyorum. Ama Örümcek adam öğrenciydi; fizikle kimyayla ilgisi vardı, gazeteciydi veya daha doğru bir deyimle part time foto muhabiriydi; habercilikle, fotoğrafçılıkla, dünyayla ilgisi vardı, iyi bir yeğen, iyi bir eşti; akrabalık ilişkileri vardı.  Zaman zaman felsefe bulabilirdiniz Örümcek adamda, zaman zaman hayat öğretisi, zaman zaman astroloji, fizik, kimya, biyoloji v.s. v.s. Ne mi öğrendin derseniz…. 

Ü – Aslında civcivcilikten piliçliğe geçiş dönemindeki bir gencin hikayesi Örümcek Adam. Belki de onu bizlerin çok sevmesi de onunla özdeşlik kurmamızdı. İnandırıcı ve gerçekti. Bizler gibi. Bizler de koca dünyada küçücüktük ve bir ton sorunla boğuşuyorduk. Hatta hiç unutmam…  

B. U. – Ne mi öğrendin derseniz…  

Ü – Ben de benimle röportaj yapıyor olsaydım arada iğneleyici tonlama yapardım yani ne deseniz haklısınız…. 

B. U.  – Ne mi öğrendin derseniz… Klonlamadan başlayabilirim. Yeşil Cin eski sevgilisini yüksek bir binanın tepesinden aşağı attıktan sonra Peter Parker uzun süre sevgilisini kurtaramamış olmanın vicdan azabını yaşar. Sonra bir gün bir şekilde hücrelerinden birinin klonlanması ile sevgilisi yeniden ortaya çıkar. Klonlama kelimesinin karşılığını bütün sözlüklerde aramış ama tam karşılığını bulamamıştım. Anlatım vardı sadece. Ama balonların ebadı malum, en kısa kelime ile anlatmak zorundasın derdini. Şimdi klonlamanın ne olduğunu herkes öğrendi Dolly sayesinde ama o zamanlar ben ilk kez duymuştum. Şimdi kopyalama diye de tek kelime ile ifade edilebiliyor ama açıkçası ben o zaman ne kullandığımı tam hatırlamıyorum. Sanıyorum klonlama demiştim. İnsanlar okuya okuya öğrenir nasılsa diye. 

Ü – Klonlamaydı. Gwen Stacy bahsettiğiniz sevgili. Sarışın güzel şey, şöyle uzun dalgalı…  

B.U – Hah ağzınıza sağlık. Unutmuştum o sarışın güzelin adını. Hatırlatmış oldunuz.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ü – Bence siz devam edin öğrendiklerinizi aktarmaya Betül hanım, ben dinliyorum…. 

B. U.  – Sonra başka bir ilk… Internet daha  yaygın olarak ülkemize girmemiş. Sadece bilgisayarı biliyoruz. Ama internet korsanları, ki bunlar çizgi romanda da çocuk yaştaydı, hesaplara giriyor, banka soyuyordu. Örümcek adam da her zamanki gibi olayı çözmeye çalışıyordu. Yani ATM hırsızlığını, internet korsanlığını ben ilk Örümcek Adam’da duydum. Keşke hala duymamış, görmemiş olabilseydik (sadece korsanlık konusunda…

Ü – Tabii bir de… Yok bir şey…. Siz devam edin ben sessiiiiiiiiiiiizce dinliyorum… 

B. U. – Bir de şu meşhur bluma hastalığı. Örümcek adamın mankenlere özenen bir akrabası genç kız yediklerini hep çıkarıyor sonra da yiyememe hastalığına tutuluyordu.  Örümcek adam ona iradesi ile bu hastalığı yenebileceğini telkin etmişti. O hastalık daha 1980 yıllarında meşhur olmamıştı, hatta duyulmamıştı bile. Tabi o hastalığı tercüme ederken de zorlanmıştım. Şimdi olsa manken hastalığı de çık. 

Ü – Mary Jean’in kuzeni o küçük kız. M. J. Manken olduğu için ona özeniyordu ve öylece hastalanıyordu. Didaktik bir figür ve kızcağızdı o. Kahramanla veya güzel eşiyle özdeşleşen gençlere ders veriliyordu kaş göz arasında. Hatırlıyorum da bu konuda bir makale yazmıştım zamanında. Gerçi biz daha çok “büyük güç büyük sorumluluk ister” sözlerini dikkate alırdık Örümcek Adam’ın ya o başka. 

B. U.  – Bir de “Hiçbir şeyi başkasından bekleme. Her şeyi kendin yapabilirsin. Her şey sana bağlı” demişti Örümcek Adam sanıyorum bu kız için ama onun daha sonraki söylemlerinden de anlaşılacağı üzere bu onun hayat felsefesiydi. Daha sonra benim de felsefem olmuştur. 

Ü – Peki başka nelerde zorlandınız? Ya da zorlandınız mı? Yan karakterler, diğer kahramanlar…. 

B. U.  – Örümcek Adamı yıllarca tercüme edince Peter Parker’in seceresini öğrenmiş oluyorsunuz.  

Ü – İnanmayacaksınız ama okuyunca da öğreniyorsunuz o dediğinizi… 

B. U. – Tercüme etmeden önce okuyordum tabii.  

Ü – Değil mi ya…! Laf ettim gene. 

B. U. – Peter Parker’in anne babası ölünce onu May Halası ve Ben Eniştesi yanına alır. Halası, çünkü babasının kız kardeşi. Ama ilk kez karşılaşıyorsanız Aunt May ile, onu rahatlıkla May Teyze diye tercüme edebilirsiniz, çünkü Aunt aynı zamanda Teyze anlamına gelir. Uncle Ben’in Ben Amca olarak ta tercüme edilebileceği gibi. Birkaç kez karşılaştım May Teyze kavramıyla ve saçımı başımı yoldum. 

“Peter Parker beni hiç yanıltmadı, hep doğru olanı, kendinden beklenileni yaptı. Hep başkalarına iyilikte bulundu, şehri kurtardı, ülkeyi kurtardı hatta dünyayı kurtardı. Hiçbir kötü alışkanlığı yoktu.” 

Ü – Peki başka neler söylemek istersiniz Örümcek Adam Peter Parker’la ilgili? 

B. U. – Peter Parker beni hiç yanıltmadı, hep doğru olanı, kendinden beklenileni yaptı. Hep başkalarına iyilikte bulundu, şehri kurtardı, ülkeyi kurtardı hatta dünyayı kurtardı. Hiçbir kötü alışkanlığı yoktu. Kötü kahraman haline dönüşen aslında iyi insanlara hep yardımcı olmaya çalıştı. Hulk için de, şimdi adını hatırlayamadığım,  sakat kolunu tedavi etmeye çalışırken kertenkele haline dönüşen doktor için de hep engelleyici oldu yok edici değil, çünkü sonuçta eğer onu öldürürse bir yerde arkadaşını da öldürmüş olacaktı. Örümcek adam aynı zamanda sevgi doluydu. Kendisini büyüten Halasına ve Eniştesine hep saygılıydı, onları çok severdi, değer verirdi. Sonra sevgili eşi Mary Jane’e karşı da her zaman dürüst ve sevgi dolu olmuştur. Onun bir tek hatası olmuştur, Ben Eniştesinin ölümüne neden olan; onu da ömrü boyu unutmamıştır zaten, cinayettir. Bu olayla sorumluluk bilincinin önemini  o zaman tam olarak kavramış ve bir daha hiç sorumsuzluk etmemiştir. Evet, hırsızlık yapan soyguncuyu durdursaydı, Ben Eniştesi yaşıyor olacaktı. (Ben Enişte bana bir tuhaf geliyor yoksa ben de mi Ben Amca demiştim ilk başta ve sonra da değiştirememiştim ?) 

Ü – Ben, amcayı da enişteyi de hatırlıyorum galiba. Peki çok sıkı bir soru geliyor şimdi hazır olun. 12 yıl Örümcek Adam tercümanlığı yaptınız ve neredeyse onun annesi gibi oldunuz! Peter’dan bahsederken sevgiyle, evladınızdan bahsediyor gibisiniz. Peki çocuklarınız bu sevgiyi paylaşmayı nasıl karşıladılar? Kıskandılar mı Peter’ı?  

B. U.  – Çocuklar kıskandı mı? Doğrusu bu soru nereden aklınıza geldi bilmiyorum. Sormasaydınız asla bahsetmeyecektim yıllardır içimi kemiren kurttan. Çocuklar çok küçüktü. Ben masamda daktilo başında çalışırken onlar etrafımda dolanır durur benden ilgi beklerlerdi. Zaman zaman acaba onları ihmal mi ettim diye çok düşündüm. Yetiştirilmesi gereken çizgi romanlar çocuklardan daha mı önemliydi! Ve sizin sorunuz üzerine dün bunu direkt olarak kendilerine sordum. Bugün 25 yaşında olan küçük oğlum “Evde hep okunacak çizgi roman olması güzel bir avantajdı” dedi. 29 yaşında olan büyük oğlum ise “Ben hep gurur duyardım, Örümcek Adamı tercüme eden bir annem var diye” deyince bu soruyu sorduğunuz için size teşekkür etme ihtiyacını duydum.

Ü – Açıkçası ben de 12 sene boyunca zevkle okuduğum çizgi romanlara harcadığınız emek adına size teşekkür etmek isterim yeri gelmişken belirteyim. Aklıma geldi, eşinizin konumu neydi peki bu çeviri sürecinde? Kolay değil 12 sene boyunca “yavrucak bu sayıda ne yaptı acaba” diyerek yeni sayıları beklediniz ve belki de üstünü örtmek istediniz, ya da ne bileyim belki de kendinizi tutamayıp “Peter yavrum arkanda Gulyabani (Hobgoblin) var” falan demek istemiş olabilirsiniz. Sürekli endişe hali Örümcek Adam okuyanlara bulaşıyor bildiğim kadarıyla. 

B. U. – Eşim hep destek olmuştur bana. Çocuklar küçüktü: tercümeleri benim alıp, sonra teslim etmem zordu. Samet Bey sağ olsun eşime gönderirdi orijinal çizgi romanları, ben de tercüme ettikten sonra yine eşime verirdim ve Samet bey ondan aldırırdı. 

Ü – Peki çeviri piyasası nasıl işlerdi o zamanlar? 

B. U. – Şimdilerde nasıl bilmiyorum ama bizim zamanımızda çizgi roman tercümesi sayfa hesabı olarak yapılırdı. O sayfada tek bir “Günaydın” kelimesi de olsa, bir balonda beş cümle olmak üzere nerdeyse bir A4sayfa yazıya da denk gelse bir sayfa (orijinal çizgi roman sayfası) ücreti alınırdı. Ücretler çok düşüktü ama bir hobi gibi kabul edilirse zevkle yapılırdı. Şimdi metin tercümeleri karakter sayısına göre yapılıyor ama çizgi romanlarda nasıl bilmiyorum. 

Ü – Peki hikayeleri tam olarak takip edebiliyor muydunuz? Comicsler genelde birkaç dergiye yayılırlar. Hani bazı kelimeleri uydurmuş olabilirsiniz ama hikayelerin eksik kısımlarını oturup çizmediniz herhalde? 

B. U. – Yok çizmedim. Örümcek Adam’ı tercüme ederken zaman zaman Fantastik Dörtlü, X-Men gibi ayni yayınevinin (Marvel) değişik serilerini de gönderirdi Samet Koçyiğit (yayınevi sahibi).

Ü – Peki başka neler aktarmak istersiniz… 

B. U. -Bazen hikâyeler çakışır, bir dizide Örümcek Adam’ın öğrencilik günleri anlatılırken, diğerinde Mary Jane ile evliliği konu edilirdi. Konular şimdiki dizilerdeki gibi hem devam içerir, hem de her kitap kendi içinde bir bütündür. Ama bazen konuyu en heyecanlı yerinde kesip devamı bir dahaki aya diye okuyucuyu heyecan içinde bıraktığı da olurdu. O zamanlar çizgi romanlar bizde renksiz olarak saman kâğıda basılırdı. Boyutları da orijinalinden daha küçüktü. (Şimdi sanırım aynı boyutta ve renkli). Benim görevim sadece tercüme etmekti, devamlılığı sağlamak, bir romana kaç dizi sığdırılacak; bunlar yayınevinin göreviydi.

 

 

Ü – Bu aralar çizgi roman uyarlamaları pek bir revaçta. Hatta her iki günde bir tv’de yayınlanır oldular. Mesela manevi annesi olarak Peter’ın cismani yorumunu nasıl buldunuz filmde? Oğlan hayal ettiğiniz gibi miydi? 

B. U. – Örümcek Adam filminde Peter Parker ve Mary Jane hayalimde kaldığı gibi değildi. Fiziki benzerlik tam kurulamamış gibi geldi bana. Ama gazete müdürü aynen… bu kadar olur benzetmek..

 

 

 

 

 

Örümcek Adam’a ara ara konuk olan kahramanlar da vardı hatırlarsanız. Dün gece de onlardan birinin, Daredevil’in filmi vardı: Avukat Murdock.. Senaryo icabı Kingpin’i de anmış olduk böylece… Kingpin zenci olmuştu filmde ama olsun… 

Ü – Peki 12 sene süren birlikteliğiniz nasıl sona erdi? Nasıl ayrıldınız evladınız Peter’dan. M. J.’le evlenip kendi evine mi çıktı çocuk… Öyle mi bitti sıkı fıkılığınız? Oğlan geline gitti sevgi bitti… Ne oldu yani? 

B. U. – Ben Örümcek Adamı hep severek tercüme etmişimdir. Bir gün gelip bu iş biterse ne yaparım diye düşünmüştüm hep. Ya bir gün “artık hizmetinize ihtiyacımız kalmadı” derlerse. Buna dayanamam diye düşünüyordum. Ama 12 yıl önce ben kendim veda etmek zorunda kaldım Örümcek Adam’a. Çünkü devamlı bir işe girmiştim. Her ikisini birden yürütmeme olanak yoktu. Samet Bey yeni birini bulana kadar birbirimizi idare ettik bir süre daha. Sonra tamamen bıraktım. 

Ü – Betül hanım, belki hiçbir kapakta emek harcayan kişi olarak adınız yazılmadı, belki hiç kimse çevirileri başarıyla yapan kişi olarak sizinle görüşmedi bugüne kadar ama emin olun “hizmetiniz hala devam ediyor”. Bugün hala o sayıları toplayan yüzlerce genç ve okuyan binlerce kişi için “hizmetinizin bitmesi mümkün değil”. Peki son bir şeyler söyleyecek olsanız, neler söylerdiniz? Röportajımızı nasıl noktalamak isterdiniz? 

B. U. – Aradan o kadar uzun zaman geçti ki, Ümit bey. Bırakalı 12 yıl oldu. Bir 12  yıl da tercüme süresi. Haliyle bazı şeyleri tam olarak hatırlayamıyorum. Acaba Ben Amca mı Ben Enişte mi demiştim diye bir bakayım dedim. Ama o da ne… Sadece 2 tanesini bırakmışım hatıra olarak. Gerisini kim bilir ne yaptım. Ama şu an Enişte kulağıma o kadar garip geliyor ki… Sanırım Ben Amca olarak başladım, sonra da değiştiremedim. Tıpkı “punisher”a yaptığım gibi. Daha karakterin kimliğini, amacını öğrenmeden kıyafetine bakarak  bir isim vermiştim. Ve galiba “Mavi  Kaplan” demiştim. Sonra bir daha isim verirken acele etmemeye karar verdim.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ü – Örümcek Adam’la bütünlemişsiniz ve o çevirileri gerçekten çok sevmişsiniz Betül hanım. Son olarak ne söylemek istersinizin karşılığı özeleştiri ve okurları doğruya bilgilendirmek oldu. 24 yıldır süren çeviriye ve bu röportaja, bize, çizgi roman okurlarına zaman ayırmanıza teşekkür ederim. 

Ümit Kireççi

  

Posted in ÇR Okurlar - Emek Verenler | 2 Comments »

Ömer Faruk Kalaycı

Posted by croplatform Ocak 23, 2007

                                                           Ömer Faruk Kalaycı

 

                                          Bir çizgi roman okuru olmanın dayanılmaz ağırlığı…. 

 

 

Ümit – Ve bir çizgi roman okuruyla birlikteyiz. Sizi tanıyalım biraz.

 

Ömer – Adım Ömer Faruk Kalaycı.

 

Ümit – …!

 

Ömer – …

 

Ümit – …!?

 

Ömer – …

 

Ümit – Bu çok kısa oldu gibi. O ismi, göbek adı ve soyadı az biraz açsak, mümkün mü?

 

Ömer – Olur tabii. 20 kasım 1970’te İskenderun’da öğretmen bir baba ve ev kadını bir anneden doğan ilk çocuğum. Zor şartlar altında yaşamamıza rağmen, benden sadece    bir buçuk yıl sonra doğan bir kız kardeşim ve zaman zaman aramızda “kaza” diye   takıldığımız 1981 doğumlu bir erkek kardeşim var.

 

Ümit – Şirin, çok şirin….

 

Ömer – Henüz bebek iken yakalandığım bronşit illeti, 1976 senesinde İlkokula başladığımda oldukça zor

anlar yaşatmıştır bana. Oldukça ufak yapıymışım o zamanlar. Kırılgan,  zayıf, hastalıklı.Birinci  sınıfı tamamladığım sıralarda artan öksürük nöbetlerim  yüzünden hemen her gece babamın bisikletinde oturup, yakınlardaki bir eczaneye  ciğerlerim neredeyse ellerimde gittiğimi hatırlarım halen. Eczacı amcanın iğnelerini de, sızısı ve o meşum eczane kokusu eşliğinde halen hissederim. İkinci sınıfa başlamam gerektiğinde babam ve annem beni Şanlıurfa’ya babaannemin yanına  göndermişler. Havasının daha kuru olması sebebi ile sağlığıma daha iyi geleceğini  ummuşlar. Öyle de oldu. Daha iyi geçen bir senenin ardından yeniden İskenderun’a  döndüm ve üçüncü sınıf ile dördüncü sınıfı orada okudum. Kız kardeşimin elinden tutar sallana sallana giderdim okuluma. Keyifliydi okumak.

 

Ümit – Okumak dediniz de, çizgi roman okumuşluğunuz var değil mi? Hani ana konumuz o da… onun için soruyorum. Yok hastalıktan devam edeceksek ben şey beklemeye  başladım, biraz radyasyon, kaza, öksürük gücü elde edişiniz, süper öksürükmen  oluşunuz…!

 

ÖmerAncak, çizgi romanlara olan düşkünlüğüm

 

Ümit – Tamam, çok da iğneli vurgu yapmayalım bazı sözlere, çizgi romana giriş yapıyorsunuz anladım…

 

Ömer – … Ancak, çizgi romanlara olan düşkünlüğüm ve sürekli hayal kurup, kendimi o  zamanların en meşhur dizisi, en azından benim gözümde, Uzay Yolu’nun bir     kahramanı olarak görmek daha eğlenceli idi. Yine de fena bir öğrenci sayılmazdım. Okumayı söktükten hemen sonra babamın elime tutuşturduğu Jules Verne’nin “Arz’ın Merkezine Seyahat” ile “Ay’a Yolculuk” kitapları, hayatım boyunca yakamı  bırakmayacak bir bilim-kurgu hastalığı ve hayalperestlik bulaştırmıştı bana. 

Derslerden ziyade o diyarlarda gezmeyi tercih ediyordum. Ben uzay boşluklarında  gezinirken babam bize daha rahat bir hayat sağlamak amacıyla Ankara’da bin bir  tehlike altında Gazi Üniversitesi’nde Almanca okumaya çalışıyordu. Amaç  Almanya’ya gönderilmekte olan Türk öğretmenlerden birisi olabilmekti. Ardından ülkemin en sıkıntılı dönemlerinden biri geldi. 1980 darbesi.

 

 

Ümit – Hazır uzaydan arz’a inmişken diyorum, çizgi roman…

Ömer – Aylardan Eylül, darbeye iki hafta kala, babamın sınavda başarılı olması sayesinde        Almanya’ya uçuyorduk. Gökyüzünde süzülmek, uzayın hemen bir basamak altında   olmak, tüm ülkelere, toprağa, sınırların görünmediği her şeyin tek bir vücut, tek bir  parça olduğu narin Dünya’ya yukardan bakmak, kökten değiştirdi beni.

 

Ümit – Havadayız yine… Hoş tabii…

 

Ömer – Sonrasında Almanya’da ilk şokum. Kimse beni anlamıyordu, ben de kimseyi. Uzaylı   gibiydim, insanlara benzeyen açık tenli, sarı saçlı varlıklar arasında. Korkunç bir   özlem, müthiş bir yalnızlık duygusu esir aldı beni. Bu hissi yıllar boyu, Almanya’da  kaldığım ve okula devam ettiğim altı yıl boyunca sökemedim gırtlağımdan. Hep bir   yumru, hep bir sıkıştırma. Sadece kardeşimin doğumundan hemen sonra, onu eve       getirdiklerinde boğazımdaki baskının biraz azalması vardı elimde. Kendimden bir    parça daha vardı artık. Yıllar hızlanmaya, içimdeki coşku, eşsiz gücünü ve kükremesini yavaşça yitirmeye başlamıştı. Yalnızlık, hayalperestlik, vatan hasreti ki,  çekmeyen bilmez ve saf bir bilinçsizlik pençesinde, babamın eve dönüyoruz dediği    güne geldim. Buruk bir heyecan, anıların yeniden canlanması ve acaba bıraktığım gibi mi merakının yanında, tam olarak kendini verememenin endişesi ile ülkeme döndüm.

 

Ümit – Çizgi roman değişmişti tabii o yıllarda. Son parlak dönemlerini yaşıyordu ülkemizde.     Öyle bıraktığınız gibi değildi pek…

 

Ömer – ….!!!!!!!!!!!!!!!!!

 

Ümit – Sohbeti çizgi romana çevirmeye çalışıyorum da, o yani…

 

Ömer – Lise’ye oldukça hızlı bir giriş ve heyecan dolu bir başlangıç yapmama rağmen kısa  zamanda köreldim. Sanki hiç ayrılmamışım gibi, biraz vurdumduymaz, biraz saf, biraz  tembel birisine dönüştüm. Bunun altında Almanya’da aldığım eğitimin beni lisedeki     arkadaşlardan daha ilerilere taşımış olduğu gerçeğinin yattığını, maalesef ancak yıllar sonra algılayabilecektim. Umarsız geçirdiğim lise yıllarımdan sıkı dostluklar ve   kendimce benzersiz deneyimlerle ayrıldığım ve ÖSS-ÖYS-Tercih üçgenine, bir nevi        Bermuda üçgeni işte düştüğüm yıl çuvalladım doğal olarak. Ne sınav biliyordum, ne de sınavın hayatım üzerindeki tahakkümünü. Boşa gidilip gelinilen bir sınavın     ardından kıvılcım halinde bazı şeyleri eksik biliyor, hatta bilmiyor olmanın verdiği        şaşkın bir aydınlanma süreci geldi. Hem dershane günlerim hem de bir sonraki sene     girmeyi başardığım O.D.T.Ü. fen Edebiyat fak. Kimya Bölümünde de devam eterken alevlendi.

Okumaya olan tutkum, aşka, aşkım da şevke ve şevkim de tutkuya  dönüşüyordu. Özellikle çok büyük bir şans olarak nitelendirdiğim üniversite  yurdundaki oda arkadaşlarım, ki daha sonra ev arkadaşım oldular, sayesinde farkında olmadığım yeni ufuklar açıldı önümde. Önceki merak alanlarımdan bir tek bilim-kurgu ve çizgi romanlar kalmıştı. 1989 yılında, yeni bilimler, yeni bilgiler ışığında, eşi benzeri kesinlikle olmayan Ankara günlerim başlamıştı. İnişli çıkışlı, güzeli ve kötüsüyle fırtınalı geçen yılların ardından alevlenen aydınlanma mutlak bir ateşe dönüştü ve dinmek bilmedi. Ne bulursam öğrenmeye, anlamaya, algılamaya çalışıyor, ne okursam, ne bilirsem kendimi geliştirmeye kurban ediyordum. Bir zamanlar amatörce kurduğum düşleri daha da amatör olarak kaleme almaya başlamış, beynimi amansız bir şekilde kasıp kavuran ardı arkası kesilmez fikirler ve hayaller kasırgasına meydan okuyordum. Tıpkı hayallerim gibi kendime yazılan mektuplar gibiydi tüm   çalışmalarım. Hem kara kalem eskizlerim, hem şiirlerim, hem de kısalı uzunlu   öykülerim.

 

Ümit – Ve… Çizgi roman…

 

Ömer – Ve…

 

Ümit – Veee…

 

Ömer – Ve bir gün geldi gün görmemiş eserlerim gibi, apaçık, savunmasız bir şekilde mezun     oldum. Üniversitenin son gününde, ilk günden çok ötelerde, iki dalda uzmanlaşmış bir kimyager olarak hayat denilen bir türlü alışamadığım ve anlayamadığım keşmekeşin  içine dalıyordum. Kısa bir bocalamanın ardından hayattan bir nebze daha uzakta  kalabilmek için askere gitmeye karar verdim ve ilk fırsatta kendimi yeşiller giymiş  olarak vatanımın güzide illerinden Bursa’nın Gemlik ilçesinde buldum. Kısa dönem erbaş olarak başladığım acemiliğimin kısacık süresinin ardından, yine Bursa’nın Işıklar Askeri Lisesi’nde Destek Kıta Karargah yazıcısı olarak paşalar gibi askerlik yaptım ve doğum günümde teskeremi aldım.

 

Ümit – Silahla tanıştık, kesin Punisher falan okumuşuzdur değil mi?

 

Ömer – Artık hayattan kaçış yoktu.

 

Ümit – Bir gün parkta gezerken, mafya falan… Başınıza mı geldi yani?

 

Ömer – Artık hayattan kaçış yoktu. Devler kenti, mega kasaba, kıtalar bağı, kuytularında         karabasanların, ışığında muhteşemliklerin barındığı İstanbul’da ihracat üzerine bir  tekstil firmasında iş başı yaptım. Yepyeni bir deneyim, yepyeni bir hayat. Hayatın  içerisinde sayısız farklı hayat yaşamış bir bilge gibiydim. Bağımsız hayatların tam yaşanmamış izleri vardı ruhumda. Her bir düzen ve yaşam değişimde bir şeyleri kaybediyor gibi hissettiğimden, yıllar öncesinden kalan yalnızlık ve yitiklik duygusunun anısıyla günüme sıkı sıkıya sarılıyor, tüm yaşamlarımda yanımdan ayrılmayan kitaplarım ve çizgi romanlarımdan güç, kuvvet buluyordum.

 

Ümit – Çizgi roman dediniz işittim. Vallahi de duydum.

 

Ömer – Üniversitemin tozlu yollarında tanışıp senelerce arkadaşlık ettiğim eşimle işte bu           zamanlarda, bu devler şehrinde hafiften boğulmaya başlarken, yine bir huzur arayışı içerisinde evlendim.

 

Memleketimin en ünlü illerinden, destanlar diyarı, asırların şahidi, efsaneler şehri Çanakkale’ye yerleştim. Bir süre alışma, algılama, uyum sağlama çabalarından sonra alışkanlıktan olsa gerek yine dış ticaret üzerine bir şirkette çalışmaya başladım. Düzenli bir hayatım vardı. Her ne kadar yorucu idiyse de zevkli             ve eğlenceli idi. En büyük hüsranım, şehrimde sahaf bulamamak ve kitaplar ile çizgi  romanları takip edememek olmuştu.

 

Ümit – Nasıl yani? Çizgi romandan konuşamadık daha ama çizgi roman okumaktan uzak kaldığınız bir noktaya ulaştık.

 

Ömer – Valla artık yoktu ve kısa vadede bulunmayacaktı da. Tüm hayatım boyunca hep yanı başımda bulduğum destekten yoksun hissettim kendimi. Ve yıllar öncesinin soğuk, acımasız, amansız yalnızlığı bir öfke gibi çöktü üzerime. Uzun, çok uzun süren bir iç çekiş gibi direndim, direniyorum.

 

Ümit – Çanakkale’de çizgi roman yok. Demek ki neymiş dağıtımı eleştiriyor sevgili çr okuru Ömer Faruk Kalaycı, öyle değil mi?

 

Ömer – Hayatın cilveleri çoktur derler. Doğrudur. İstanbul maceramın anıları, özellikle orada    kalan dostlar ve destekler ile hayallerim bir süreliğine yeniden Şehr-i Hayal’i  zorlamama vesile oldu kısa süre önce. Ancak, hayat bu, kendi başına buyruktur. Olmadı. Hayat, kendi bildiğini okur.

 

Ümit – Bir de sizin ne okuduğunuzu öğrenseydik az….

 

Ömer – Şu an halen Çanakkale efsanelerinin gölgeliğinde, yine kısır döngülerin kucağında, hızla yol alan yaşamın kıyısından uzaklardaki ak kıyılara bakıyorum. O kıyılar ve  üzerinde yükselen mistik mavi dağların ötesinde neler olduğunu merak edip, hayaller aleminden eski dostlarla buluşuyorum. Martıların anlatacak çok şeyleri var. Ne yazık ki ben kadim lisanı unutmuş, hafızasını yitirmiş bir gezgin misali gibiyim.

 

Ümit – Kadim dil, ortak dil… Valla ortak konu çizgi roman konuşmadık gibi geldi bana… Yoksa konuştuk da ben mi anlamadım. Çok bozulmuş diliniz… sanırım… gibi…

 

Ömer – Fırsat buldukça okumaya, hayal etmeye, elimden geldiğince bir şeyleri üretmeye veya dilimize çevirmeye devam ediyorum. Bu garip hayatın yanında promosyon verilen kutuyu açıp da şaşa kaldığım günden bir arpa boyu ötede değilim kısacası. Nerden  bilirdim kutunun alt tarafında Made by Pandora yazdığını. Dikkat etmeyi bile    yaşlanınca öğrendim.

 

 

Ömer Faruk Kalaycı’yı, bir çizgi roman okurunu tanıdık. Fırsat buldukça çizgi roman okuyan, hayattan kopmamak için çizgi roman dalına tutunan bir okur profili çizdi bize. Çok çr okuyan da, az okuyan da eminim bu röportajda kendilerinden parçalar bulmuşlardır. Çizgi roman hakkında doğrudan konuşmak yerine dolaylı olarak söz eden bu röportaj için Ömer Faruk Kalaycı’ya teşekkür ediyorum.

 

 

Ümit Kireççi

 

Posted in ÇR Okurlar - Emek Verenler | Leave a Comment »

Nilüfer Tuncer Röportajı

Posted by croplatform Ocak 13, 2007

Sayfamıza konuk olan kişi, kitabını kitaplığımızdan hiç eksik etmediğimiz, en ufak bir konuda dönüp baktığımız bir yazar, akademisyen sayın NİLÜFER TUNCER. Yakın zamanda davetimizi kırmayarak ÇROP’a üye olan kütüphane, çizgi roman ve çocuk uzmanı hocamıza sorular yönelttim, o da bu soruları içtenlikle yanıtladı:

 

 

ÜMİT

Hoş geldiniz sayın Nilüfer Tuncer. Yani internet üzerinden nereye geldiyseniz oraya hoş geldiniz.

 

N. T.  

Merhabalar Ümit Bey…

 

ÜMİT  

Evet, tabii, merhaba daha hoş oldu, giden yok gelen yok…

 

N. T.

Röportaja isterseniz önce kendimi tanıtarak başlayayım.

 

ÜMİT

 Tabii sevgili hocam, siz başlayın, ben kim geldi, nasıl giriş yapsaydım doğru olurdu      diye düşüneyim bir yandan…!

 

N. T.

Adım Nilüfer Tuncer. Hacettepe Üniversitesi Belge ve Bilgi Yönetimi Bölümü’nden      2004 yılında emekli olmuş bir öğretim üyesiyim. Uzmanlık alanım Çocuk kitapları ve   Çocuk Kütüphaneleri. Doğal olarak çizgi romanlar da ilgi alanıma giriyor.

 

ÜMİT

 Peki sayın hocam, çizgi romanlarla tanışmanız bu vesileyle mi oldu? Yani mesleki ve

zorunlu bir ilgi mi söz konusu?

 

N. T.

Çizgi roman benim eskilerden tanıdığım bir sanattı. Tanışmam, ta çocukluğuma gidiyor. O zamanlar Binbir Roman diye bir çocuk dergisi vardı ve içinde Tarzan, Kızıl Maske, Mandrake-Sihirbazlar Kralı gibi dizi şeklinde giden ÇR’ler bulunurdu. Heyecanla okur, bir sonraki sayıyı sabırsızlıkla beklerdik!

 

ÜMİT

Her çizgi roman okurunun yakından bildiği bir duyguyu çok zarifçe hatırlattınız hocam ağzınıza sağlık. Şunu Merak ettim hemen, bu heyecan sizi nerelere sürükledi? Ya da sürükledi mi? 

 

N.T.

Yıllar sonra öğretim üyeliğim sırasında Doçentlik çalışması yapmam gerektiğinde bu konuyu seçtim.

 

ÜMİT

Doğru yorumladıysam bu seçtiğiniz konu çizgi roman alanında basılan ilk kitabın yayınlanmasına kadar götürdü sizi. Hatta “Çocuk ve Çizgi roman ilişkisi” üzerine yazılan tek kitap söz konusu.

 

N. T.

O dönemler için ve hatta maalesef bugün için zor bir konuydu. Savunduğum tez, kütüphanelere sokulmayan ÇR’leri, kütüphaneye pek gitmeyen küçük okurları çekmek       için bir cazibe unsuru olarak kullanmak ve bu yolla okuyucu sayısını arttırmak, aynı zamanda çocukları ÇR’nin dışındaki diğer yayınlara da yöneltmekti. O zamanki Kutuphaneler   Genel Müdürlüğü’nden gerekli izni alınca, Ankara’daki Yenimahalle İl Halk Kütüphanesi’nde üç ay süreyle deneysel bir çalışma yürüttüm. O sıralarda (1978-    79 yılları) ÇR çeşidi bol bir türdü ve sıkça yayınlanıyordu. Değişik türlerden 16 ÇR’yi Kütüphane’de uygun bir rafta teşhir ederek, yenileri gelince değiştirerek ve gerekli istatistikleri tutarak çalışmamı tamamladım.

 

ÜMİT  

Ve sonuç ne oldu?

 

N. T.

Sonuçta öne sürdüğüm tezi kanıtladım; Okuyucu sayısı arttı, çocuklar beş dakikada bitirdikleri ÇR’den sonra açık raflardan başka kitapları okumağa başladılar, kitap ödünç alma arttı. Kızların daha çok komik konulara (Fatoş gibi), erkeklerin ise macera konularına (Süpermen gibi) merak sardıklarını saptadım. En fazla ÇR’ye ilgi duyulan yaş 11-12 idi ki bu gelişmiş Batı ülkeleriyle benzerlik gösteriyordu. Haliyle erkek çocuklar ÇR’ye daha çok ilgi gösteriyorlardı. Sonuçta bu verilerle Kütüphaneler Genel Müdürlüğü’ne başvurarak koleksiyonlarına ÇR’leri de (kuşkusuz en iyi olanlarını) kattıkları takdirde sokaktaki çocukları da okumaya çekebileceklerini anlattım. Mevzuatta da aksi bir hüküm olmamasına rağmen, ödeneklerin azlığı bahane edilerek ÇR alımına geçilmedi! Üç aydan sonra çocuklar çok üzüldüler, ben de bütün ÇR’leri onlara dağıttım!

 

ÜMİT

Valla hocam iyi yapmışsınız eliniz dert görmesin. Peki ne oldu da bugün her fırsatta başvuru ve başucu kitabı olarak elimize aldığımız yapıtınız çıktı ortaya? Belli ki Müdürlük çizgi romana sıcak bakmamış. Onların katkısı olamaz, yoktur herhalde.

 

N. T.

Çok doğru söylüyorsunuz. Çalışmamı o sıralarda Milliyet Yazarı olan Sn. Mümtaz Soysal  bir şekilde görmüş. Çok olumlu bir köşe yazısı yazmıştı. Daha sonra Mustafa Ruhi Şirin  görmüş ve kitap olarak basmak istemişti. Maalesef sadece genel ÇR bilgilerini içeren kısmını basabildik, yani esas araştırma tez olarak Hacettepe Kütüphanesi’nde kaldı. (Tamamen benim hatam!) Çizgi Roman ve Çocuk adlı küçük eser 1993’te yayınlandı. Benden sonra birçok değerli ve kapsamlı eser çıktı, makaleler yayınlandı. Ancak şunu söyleyebilirim: ÇR araştırmasını yaparken (1978-80) bu alanda hiçbir ciddi çalışma yoktu! Bugünkü gelişmeleri bu bakımdan çok sevindirici ve umut verici buluyorum.

 

 

ÜMİT

Cesur ve vizyonu geniş biri; ki çizgi roman alanında bu siz oluyorsunuz, patika açınca elbette beceri sahibi kişiler de önceden çizilen krokiye bakarak açılan patikayı genişletiyorlar sayın hocam. Bahsettiğiniz eserlerin hemen hepsinin kaynakçasında sizin eseriniz yer alıyor. Fırsatı gelmişken teşekkür edeyim, ben de o yolu izleyen biri olarak tezimi hazırlarken defalarca kitabınızdan faydalandım. Hatta bazı makalelerimin temeli de kitabınız oldu. Özellikle çocuk ve çizgi roman konusunda             yazdıklarımda…. Bu çocuk ve çizgi roman kısmında aklıma geldi, çizgi roman sadece kütüphane ve okumak için mi kullanılmalı sizce?

 

N. T.

Hayır, zaten dünyada da geniş bir kullanım söz konusu. ÇR birçok ülkede farklı amaçlar için bir araç olarak kullanılıyor mesela. Eğitim bunların başında geliyor. Bizim bu konuda yapabileceğimiz pek çok şey olabilir. Sadece çocuklara  değil, yetişkinlere yönelik olarak da. Özellikle okuma alışkanlığı yaratmada ÇR çekici bir unsur olarak kullanılabilir. Bilindiği gibi, okuma sıkıntısı çekenler, görsel unsurları bol olan eserleri tercih ederler. Ayrıca ÇR’lerin okunmaları kolay, konuları çekici, heyecan verici, kavranması kolaydır. Bir kere kütüphaneye alışan okurlar, daha sonra başka eserlere de yönelirler. Ancak toplumumuz hala eski önyargılarla hareket ederek ÇR’leri yararsız, hatta bazen da -çocuklar açısından- zararlı yayınlar olarak nitelemektedir.

 

ÜMİT

Bu tespit üzerine, çizgi romanın yaygınlaşması ve çizgi romanın okurlarına estetik ve sanatsal düzeyde sunabileceklerinden mahrum kalabileceğini düşündüğünüz, karamsar olduğunuz sonucunu çıkarabilir miyiz?

 

N. T.

Hayır, asla. Sabırla ve yılmadan ÇR’lerin yararının topluma anlatılması gerekmektedir ki siz ve arkadaşlarınızın çabaları bu noktada her türlü desteği ve övgüyü hak etmektedir. Umarım bu gayretler gelişerek sürer.

 

ÜMİT

Sakarya’daki kütüphaneyi kast ettiniz sanırım.

 

N. T.

ÇROP’un tüm programından bahsediyorum aslında.

 

ÜMİT

Evet… Kendimi de övdürmüş gibi olduktan sonra yayınevleri hakkındaki düşüncenizi almak istiyorum izin verirseniz. Bahsettiğiniz yıllarda, yani çalışmanızı gerçekleştirdiğiniz yıllarda çizgi roman çeşidi çoktu, yayınevleri fazlaydı… Bir hareket vardı bu alanda. Şimdi nasıl görüyorsunuz durumu, yayınevlerini?

 

N. T.  

Yayınevleri kanımca bir hareket bekliyorlardı. Çizgi roman alanında ÇR adedi arttı ama bu çabalarını destekleyecek eylemler gerekiyordu kanımca. Bugüne kadar bir kenarda küskün ve sesiz bir şekilde kalmış olan yayıncılar, ÇROP’un harekete geçmesi, Çizgi Roman Kütüphanesi’nin açılması gibi olaylarla eminim çok sevindiler ve yeniden gayrete geldiler veya gelecekler. Sanırım ÇR çeşit ve sayıları artacaktır. Belki hemen yarın değil ama bu projeler arttıkça çok uzak olmayan bir zamanda…

 

ÜMİT  

Yine övülüyoruz, konu değiştirelim, hah buldum, en sevdiğiniz çizgi roman hangisi?

Nilüfer Tuncer hocamız neyi okumayı seviyor?

 

N. T.

İyi, Öyle olsun…En sevdiğim ve zevkle okuduğum ÇR: Asteriks ! Hem yazarının, hem ressamının yaratıcılıklarını, espri anlayışlarını her zaman hayranlıkla izledim. Yazarın vefatı elbette üzücüydü ve çizer yazarlığı da üstlenerek eseri sürdürüyor; ki bu da saygı duyulacak bir olay.

 

 

 

ÜMİT

Hocam teşekkür ediyorum bu röportaj için. Bizi kırmadınız, zamanınızı çaldık…  

 

N. T.

Çizgi roman üzerine sohbet ettik hepsi bu, abartmayın bence.

 

ÜMİT

Tekrar teşekkür ederim sayın Nilüfer Tuncer hocam aklınıza, ağzınıza sağlık.

 

N. T.

Şimdilik hoşça kalın.

 

ÜMİT

Şimdilik… Bu “şimdilik”i bir kenara not alıyorum hatırlatırım…. J

                                                                                                      Ümit Kireççi – Nilüfer Tuncer

                                                                                                               10 Ocak 2007

 

 

Posted in ÇR Okurlar - Emek Verenler | Leave a Comment »

Bilgin Adalı (Okur – Yazar)

Posted by croplatform Ocak 6, 2007

BİLGİN ADALI

 

ÇROP – Bilgin bey merhaba, sizi biraz tanıyabilir miyiz?

B.A. – 60’lı yıllardan bu yana Türk edebiyatının içinde, şiir, öykü, eleştiri ve tanıtım yazılarıyla yer alan biriyim. 80’li yıllarda başlayıp 2000’e kadar suren bir suskunluk dönemi yaşadıktan sonra, yeniden başladım yazmaya, ama bu kez çocuk kitapları yazmaya koyuldum. Telif ve çeviri, imzamı taşıyan toplam otuz kitabım var.  

ÇROP – Çocuklar ve gençler için yazdığınız kitapları bize hatırlatır mısınız? 

B.A. –  Bunların 19’u özgün ve uyarlama çocuk ve gençlik kitabi. Zaman Bisikleti, Çatalhöyük öyküleri gibi bilimkurgu, Dünya Artık Daha Güzel gibi fantastik    kitaplarım var. Gençler için İlyada’yı, Odisseia’yi, Dede Korkut’u Türkçe’de ilk kez tümüyle manzum olarak yeniden yazdım. Çanakkale savaşını, insani boyutuyla hamasiyata kaçmadan destanlaştırdım.  

 .          

 

 ÇROP – Biz sizin başka alanlarda da epeyi ürün verdiğinizi biliyoruz. 

B. A. – Evet, 10 yıl kadar TRT Televizyonu’nun ilk yönetmenlerinden biri olarak belgesel filmler çektim, çocuk, gençlik ve kültür – eğitim programları yaptım. 1974’ten beri yazarlık, senaryo yazarlığı, belgesel film yapım ve yönetimi gibi konularda dersler veriyorum çeşitli üniversitelerde. 1984’ten 2000 yılına kadar da çeşitli reklam ajanslarında yazar ve yaratıcı yönetmen olarak görev aldım. Bu arada, çok sayıda belgesel filme, tanıtım filmine senaryo yazdım.  

ÇROP – Veee çizgi roman… Hangi yıllarda tanıştınız kendisiyle? 

B. A. – 50’li, 60’lı yıllarda iyi bir çizgi roman okuyucusuydum.  

ÇROP – İlk neleri okudunuz peki? 

B. A. – 40’lı yılların Baytekin’ini bir tavan arasında bulduğum eksiksiz bir koleksiyondan okudum. İnanılmaz bir keyif aldım. Sanırım hâlâ çok ciddi bir bilimkurgu okuyucusu olmamı, bilimkurgu diye niteleyebileceğimiz (Zaman Bisikleti örneğin) kitaplar yazmamı buna borçluyum. Tek silahı kemendi olan Pecos Bill, bugün çok az kişinin anımsadığı Oklahoma, Mandrake, Superman’in klasik öyküleri, Kızıl Maske, Tex, Tom Miks, Tenten vb. başucu kitaplarım arasındaydı.   ÇROP – Sonra? 

B. A. – Illustrated Classics’in neredeyse tüm koleksiyonunu okudum. Illustrated Classics’ten okuduğum romanların bir öbeği çevrilmemişti daha Türkçe’ye. Bu bana ilginç bir ivme kazandırdı. Ortaokulu bitirmeden, daha önce çizgi roman olarak tanıştığım klasiklerden bulabildiklerimin tümünü bu kez roman olarak okudum. Bu da Kafka, Hermann Hesse, William Faulkner, Günter Grass, bizden Bilge Karasu, Yusuf Atılgan gibi zor yazarları lise sıralarındayken keyifle okumama yardımcı oldu.  

ÇROP – Günümüze gelirsek, şimdilerde çizgi roman olarak neler okuyorsunuz? 

B. A. – Açıkçası bir kopma yaşadım çizgi romanla. Öyküler bozuldu, çizgiler sevimsizleşti. Elime geçtikçe Red Kid, Asterix okuyorum. Okuduğum şeyler hepsi de ama zaman içinde yolculuk yapmak gibi keyifli oluyor benim için. 

ÇROP – Bu kadarla kalıyor mu tüm ilişkiniz?

B. A. – Yok, ilişkimizde çok özel bir doruk noktası yaşadık: Önceki yıl,  Michael Chabbon’un Everest yayınevinden çıkan Kavalier & Clay romanının (bu sözcüğü de hiç sevmem ya) redaksiyonunu yaptım.  

ÇROP – Peki bir yazar, yönetmen, sanatçı olarak çizgi romana, çizgi filme nasıl             bakıyorsunuz?

B.A. – Çocuklara ve gençlere yazıyor, her yıl en az on okulda çocuklarla söyleşiyor, gençlere yazarlık ve sinema dersler veriyorum. Hep onlarla iç içeyim. Bu benim çocuk yanımı, genç yanımı diri tutuyor hep. Doğrusu, kitaplarımdan kimileri, çizgi film ya da çizgi roman olarak uyarlansa onlara bu yolla da ulaşabilmeyi çok isterim. Örneğin, Zaman Bisikleti çok güzel bir çizgi roman olabilir. Çatalhöyük öyküleri de öyle. Hele Kaledibi Sokağı muhteşem olur diye düşünüyorum. 

ÇROP – Çizgi içi çizgi dışı son bir soru: Kaç yaşındasınız? 

B. A. – 1944 doğumluyum. Ama 55’te demir attım, soranlara öyle diyorum. Kendimi hâlâ 25-27 yaşlarında hissediyorum. Bel fıtığımı, ağarmış saçlarımı, kabartma haritaya dönmüş yüzümü, yokuş çıkarken kasılıp ağrıyan bacağımı, tıknefes olmamı falan hesaba katmıyorum elbette. O kadar kusur kadı kızında da bulunur…

Hemen çizgi romanlara dönmek istiyorum yeniden: Çizgi roman kahramanlarında bu kusurlar da bulunmaz… Yıllar bizi kendi bildiği gibi yoğururken, çizgi roman kahramanları hiç değişmez. Ne oluyor, kuşaktan kuşağa yazarları, çizerleri değiştikçe üsluplar değişiyor. Çizgi roman, TV dizileriyle rekabete girişiyor. Kimi zaman kendisi TV dizisi oluyor. Ama kahramanların hepsi de ilk öykülerinin matbaadan çıktığı günkü kadar genç ve diri. Dünyamıza tutulan aynalardan biri onlar. Keşke çocuklar Kurtlar Vadisi’nin Polat Alemdar’ını örnek alacaklarına, Superman’i, Örümcek Adam’ı falan örnek alsalar.

Posted in ÇR Okurlar - Emek Verenler | Leave a Comment »